Atakom
Serena
girne belediyse
MERIT
Dilek Orhan
Köşe Yazarı
Dilek Orhan
 

Dr. Sine Aras AKTEN “Benim bıyığım yok, kalemim var”

Bilim insanlarının keşifler için saatlerini laboratuvarlarda geçiriyorlar. Minnettarız. Benim keşif alanım da insanlar. Yine,"iyi ki” “iyi ki” diye sevinç çığlıkları attıran bir keşfim ile huzurlarınızdayım. Türk Bilim İnsanı Nefrolog Dr. Sine Aras Akten, önce insan, sonra doktor. ABD’den katıldığı sanal bir toplantıda sesini ilk kez duydum ve o sesin “28 yaşındaki hastamı geri döndüremiyoruz. Bu virüs artık yaşa bakmıyor. Döne döne öldürmeye devam edecek” cümleleri, günlerce beynimde cirit attı. Canhıraş sesleniş, aslında gerçekçi bir tokattı hala farkına varamayanlar için. Araştırdıkça, her bir katmanı ayrı bir erdem taşıyan, tek bedene sığdırılmış bir insan deryası bulduğumu fark ettim. Değerli deryanın, zamandan hızlı koştuğu bir dönemde ayırdığı zaman için müteşekkirim. Buyurunuz başlayalım. SORU:  İzmirli ve Tıp eğitimini İzmir’de tamamlayan Dr. Sine Aras Akten’in yolu ABD ile nasıl kesişti? ABD'ne, New Orleans Louisiana Üniversitesi'ne, 2000 yılında Sinir Bilimleri (Nöroloji ve Sinir Bilimi - Temel Bilimi) üzerine staj amacıyla geldim. 3 aylık bir stajdı. SORU: Staj için geldiğiniz ABD’de kalmaya nasıl karar verdiniz? Staj yaparken, bilim dünyasının yakın bildiği ALS’de çığır açacak çalışmaları yürüten, gurur duyduğum bilim kadınlarından Pembe Hande Özdinler ile aynı laboratuvarda çalışmak şansına eriştim.  Ben o dönemler temel bilimlere merak salmıştım. Bir hücreden, hücrenin temel maddesi, geni, DNA nasıl çıkarılır gibi... Gittiğim bu laboratuvarda, benim dönemimden tıp fakültesi öğrencileri de vardı. Onların bu çeşit çalışmalara kolaylıkla katılabilmelerinden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Sanıyorum bir gün ders dinlerken, bir hocamızın kendi yaptığı çalışmasını anlatışı da beni etkilemişti. Mezuniyetten sonra ise belirli sınavları geçerek burada bir süre yaşayarak çalışmak istedim. New York'da, SUNY Downstate - Long Island College Hospital’da İç Hastalıkları bölümünü bitirip, Albert Einstein Üniversitesi/ Montefiore Tıp Merkezi’nde Nefroloji- Böbrek Bilimleri üst ihtisasımı tamamladım. Halen HHC- Health and Hospital Cooperation - adında New York'un en büyük Şehir Hastaneleri Grubu'nda yan dal şefi ve Nefrolog olarak çalışıyorum. Deneyim kazanıp ülkeme dönmek hayali ile çıkılan bir yol. 16 sene oldu... O hayali sürekli yaşatıyorum. Buradayken ülkemdeki öğrencilerime de aynı deneyimden geçmeleri için yardımcı oluyorum. Ve biliyorum ülkeme dönmek hayal değil. Zamanı gelince yapılması gereken bir ödev olarak baktığınızda, burada yapılan her deneyimi ülke ile paylaşmanın yolunu arıyor beyniniz. SORU:  ABD’de bir başarı öyküsü yazdınız. İlk fark edilişinizin hikayesini yazabilir misiniz? İlk fark ediliş aslında potansiyelinizin ne kadar olduğunu anladığınız an oluyor... Yani aslında sizi kimsenin keşfetmesine gerek yok. Yaptığınız iş ve yapma şekliniz onu ele veriyor. Ben bulunduğum her türlü konumda yapılması gerekenleri yapmanın ötesinde ‘daha farklı ve fazladan ne yapabilirim’ diye düşünüyorum. Bireysel kariyerimden çok ailem ve yaşadığım toplum için neler yaptığım kısmı beni daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle, ABD'deki başarı öykümü ailem ve hastalarımla yazıyorum. Fakat en büyük fark edilme sanırım " konuşmak ve anlatmak" istemem ile başladı. Senelerdir yazıyordum, anlatıyordum ve bunu hem akademik hem de profesyonelce yapmak istiyordum. Sağlık ile diğer bilimleri buluşturmak ve bunları aynı platformlarda sunabilmenin derdindeyken karşıma Susan Koven, Neal Baer gibi insanlar çıktı. Bu isimler, başarıyla iki üç ana bilim dalını bir potada birleştirebilen ve halkı sağlık alanında farklı yollarla eğitebilen insanlardan bazılarıydı. Onların kurduğu bir program olan Harvard Basın ve Tıp Okuluna kabul edildim. Çok büyük gurur ve keyifti. Projelerim hasta ve hekim arası empati düzeyini artırma amacına yönelikti. Hekim olarak hele de bu dönemlerde doğru sağlık bilgisi ve empatisini birleştirmek isteğimle fark edildim diyebilirim.  SORU: Bu başarı öyküsünün devamını meraktayım elbette.. Ancak, çok güncel olduğu için Kovidli hastalara bakmak için ön saflara çağrıldığınız güne dönmek istiyorum. Orada sizi nasıl bir manzara bekliyordu? Salgının en çok vurduğu kesim, düşük sosyoekonomik kesimdi. Burada Kovid-19 salgının epicenter merkezi olduğu dönem ön sıra doktorluğu yaptım ve hala yapıyorum. Mesleğim böbrek bilimleri. Ve Kovid-19 ağır hastalarda yoğun böbrek hasarı yapıp, onları diyalize muhtaç bırakıyor... Bazen bu ihtiyaç ömür boyu olabilecek düzeyde... Ben geçen yıl Mart /Nisan ve Haziran aylarını hatırladığımda savaş alanında bir asker gibi hissediyorum. Yorgun ve bitik...  Manzara çoğumuzun unutamayacağı oranda zorlayıcı görüntülere sahipti... Şu zamanlarda Hindistan neler yaşıyorsa, bir benzerini birinci dünya ülkesinde yaşıyorduk. Hem Kâğıttan Kaplan ABD'nin sağlık sisteminin çöküşüne tanık olmak hem de sosyal adaletsizliğin bir grup halkı silip süpürmesine engel olamamaktan çok yorulduğumuzu biliyorum. Bu nedenle, “Adaletsizliğin ulusu yok, döngüsü var” diyorum.   SORU: “Emanetiniz, emanetimizdir” diyerek, Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı’nın aktif üyesisiniz. Can kurtarmak için canlarından olanların emanetlerine sahip çıkıyorsunuz. Vakfın çalışmaları hakkında bilgi verebilir misiniz? Adalet savaşçısı hukukçu babasını çok erken yaşta kalp krizinden kaybeden biri olarak yetim çocuklara özel olarak hassasiyetim var. Her zaman gururla söylüyorum. Kadın Hekimleri Eğitime Destek Vakfı (KAHEV) üyesiyim. Vakıf 2017 yılında bir grup duyarlı kadın hekimlerimiz tarafından kurulmuş, istisnai bir kurum. Hizmet ağları ve eğitime olan koşulsuz gönüllü destekleri ile ülkemizin dört bir yanında kadın ve çocuklarımıza sayısız hizmet veriyor, destek sağlıyorlar.  İlkokuldan, liseye ve tıp fakültesi öğrencilerine eğitim bursu veriyorlar. Kadınlarımızın bilgilenmesi, kuvvetlenmesi, toplumun sağlık konularına ilgi ve bilgi geliştirmesi gibi birçok kurs ve program düzenliyorlar. KAHEV: kurucularının kadın hekim olması sayesinde empatinin, desteğin en üst safhada sergilendiği  bir vakıf olma özelliği taşıyor.  KAHEV'in düzenlediği kampanyalardan sadece biri "Emanetiniz Emanetimizdir". Cansiperane çalışan pek çok sağlık çalışanımız bu salgında canlarını kaybettiler, geride gözü yaşlı eş, çocuk ve anne baba, kardeş bırakarak.. Her gün 500’ü aşan ölüm… Biz o ailelere destek olmak istedik. Sağlık çalışanı, yardım eder ama yardım talep edemez. Biz KAHEV olarak onların emanetlerine, çocuklarımıza destek bursları için bu kampanyayı yapıyoruz. Bu söyleşiyi okuyanların, beni değil de KAHEV'i hatırlamasını isterim.   SORU: Yine sizin bir cümleniz “benim bıyığım yok ama kalemim var”.. Kadın erkek ayrımcılığına dikkat çekmek için “sayfalarca yazı yazılsa bu kadar vurucu olmazdı” diye aklımdan geçirdim. Bu başkaldırıya, hasta hikayelerini yazma motivasyonunuzun kaynağı diyebilir miyiz Hala kadın erkek ayrımcılığının hakim olduğu bu dünyada, belki de bir bıyığa ihtiyaç duymadığınız tek alan YAZMAK... Sözünüzün bir kılıç gibi beyinleri kestiği tek yer, sözünüzün yazıya döndüğü an... Ve yazmak: benim için nefes almak kadar doğal ve bilmeyi istemek, yemek istemek kadar elzem bir şey.. Kültürüme ve diğer kültürlere ait ilgi alanlarımı,  tıbbi bilimlerde birleştirmenin tek yolu: hasta hikayelerini yazmaktı. Bu yüzden Harvard'a girdim. Anlattığınız şeyi o kadar kuvvetlendirmelisiniz ki duyulsun. Yetmez, hissedilsin... Yetmez, sizi harekete geçirsin... Eğer bu hasta hikayeleri ise acı ve hastalığın tanısı ve bilgisi de sizde yer etmeli... Bu yüzden ben tıbbın ana objektif değerlerini edebiyatın kıvrımlarına ilmek ilmek işlemek istiyorum. Bu sebeple hasta hikâyeciliğinde bir ilk olan: Katmanlı Hasta Hikâyeciliği" tarzını bir tez olarak uyguladığım bir kitap oldu ilk kitap. Harvard’daki programın bitirme ödevidir... Günce'nin çok ilgi görmesinin altında, doktorun insan olarak hasta hikayelerine katılması vardır... Bu tekniğin yaygınlaşması için özel bir medya platformu ve projeler devam ediyor.. Bu nedenle, benim bıyığım yok ama çok güçlü bir kalemim olsun diye uğraşmaya devam edeceğim. Tıp Fakültesi'nde okurken, ailem bana bizim evin "Tomris Uyar'ı derdi. Her seferinde aynı cevabı verirdim." Ben tıbbın Tomris Uyarı olacağım." Usta kalem Tomris Uyarı her zaman saygı ve rahmetle anıyorum. Kitaplarımın tüm gelirini kız çocuklarımızın eğitimi için kullanıyorum ve   ömrüm yettikçe destek olmaya devam edeceğim.     SORU: Hasta hikayeleriniz ile ilgili bir cümle daha yine sizden gelsin. “Ben onların var olma çabalarına tanıklık ediyorum, var etmeye çalışarak, köprü oluyorum.” Çok etkilendim. Bu cümlenizin altında yatan duygularınızı paylaşabilir misiniz? Böbrek bilimi uzmanıyım, böbreklerinin işlevleri ile ilgiliyim. Ve Böbrek Rahatsızlıkları 5 evreli uzun bir süreç. İnanın bazı hastalarımı kendi aile fertlerimden daha çok görüyorum. Onların bu süreçlerine sadece tedavi edici olarak katılmıyor, çoğu zamanda ruhsal destek kolonu olarak da görev alıyorsunuz. Çünkü insan bir bütün. Sadece ilaçlı tedavi ile onu iyileştiremezsiniz. Bu yüzden bazen taşıyıcı kolon ve bazen köprü görevi size düşen... Sağlam bir bina bile şiddetli deprem sonrasında destekleyici kolona ihtiyaç duyar... Hastalarımız da aynı şekilde... SORU: Portakalın Gücü adlı kitabınızın senaryosu yazıldı. Bu çalışmada, hedef farkındalık noktanız neydi? Portakalın Gücü, hasta hikayelerimden sadece biri... Kaybettiğim bir Vietnam gazisi hakkında.. Senaryosu yazıldı. Şu an film projelendirilmesinde teklifler değerlendiriliyor. Ben yaklaşık 3 senedir film, belgesel ve benzeri görsel medyada sosyal sorumluluk projeleri yapıyorum. Film ve belgeselcilik üzerine eğitim almamın da nedeni buydu. Anlatacağınız hikâyenin daha da etkili olmasını istiyorsanız, gösterebileceğiniz doneler de olmalı... Yakın zamanda çok çarpıcı bir kısa filmimiz de vizyona girecek. Ödüllü festivallere kabulü de oldu... HEDEF aslında çok net: İNSAN olabilme unsurunu yapılan işte de alınan hizmet de her zaman hatırlamak ve hatırlatmak... Hayat hatırlayabildiğimiz ve hatırlatabildiğimiz anlar ile güzel..   SORU: “Bir Doktorun Korona Güncesi” adlı kitabınız çıktı. Geleceğe mektup gibi değerlendirdim. Bu güncelerin, kitaplaşması sürecini de anlatabilir misiniz? "Bir Türk Doktorun Güncesi " Katmanlı Tıp Hasta Hikaye Anlatıcılığının özgün çalışmalarından oldu. Zorlu bir sürecin, diğer uluslara örnek teşkil etmesi adına anlatılmasını amaçladım. Diğer yandan da, kovid-19 salgının, yaşadığım bu ülkede " inanılması zor ve uydurulmuş bir hastalık" olarak değerlendiren bazı siyasi söylemlere karşı evrimi anlatmak isteği de vardı... Salgın toplum sağlığını ciddi anlamda tehdit ederken, uygulamaya konulamayan hükümet politikaları ile elimizde ölen hastalarımızı anlatmak isteğiydi asıl amaç... Ben doktorum, hasta tedavi ederim... Fakat edemedim. Edemedik, edemiyorduk... Bunu yazmak istedim. Yazım süreci tam da pandeminin merkezinde olduğum anlardı. Yazımın harareti bu sebeple çok yoğundu. ‘Hasta gizlilik ilkesini, yazmanın kurallarını etik açıdan aşmadan, ne kadarını anlatabilirim’ sorgulamalarını ince ince düşünecek zamanlar değilse de her hafta sonu titizlikle oluşturulmuş bazı yerleri de kurgulandırılmış hasta öyküleri idi... Her hafta sonu derken, nöbet sonrası kalan zamanlar... O kadar yoğun çalışıyorduk ve o kadar izole hayatlar yaşıyorduk ki ailelerimiz ile görüşemediğimiz anları yazıya dökmeye karar vermiştim... O nedenle yazmak için zaman bulabildim.   SORU: Harvard “Media and Medicine”programına seçilen ilk Türk doktorsunuz. Aynı zamanda, Türk Amerikan Tıp Derneği Başkan yardımcılığı göreviniz de devam ediyor. Siz tevazu abidesi olarak yol alırken, biz gururdan dört köşe oluyoruz. Tevazu abidesi doktorumuz ABD’de yılın doktoru da seçildi. Bir hikaye anlatıcısı olarak, bu ödülün de hikayesini de anlatabilir misiniz? Ödüller hakkında nedense konuşmak da yazmak da bana biraz zor gelir. Hasta memnuniyeti ve isteklilik ilkesi ile çaba ile bitirilmiş işler… Sonunda size verilen gazoz kapakları... Hayatta gazoz kapakları toplayalım ama daha önemlisi altında içerken keyif aldığımız şişeleri de olsun. Beni yakından tanımak isteyen zaten o bahsettiğiniz ödülleri de görecektir. Öncesi yapılan işlere bakabilsinler yeter... Ben sonuçları ile değil süreci ile ilgiliyim. Kendime sözüm: aldığım her ödüle ilişkin yararlı bir katma değer oluşturabilmek... SORU: Bunca yoğunluğun içinde bir de “Sine Sine Sohbetler” programınız var. “Bu programın başlangıç hikayesini de yazar mısınız?  ‘Sine Sine Sohbetler’ mi yoksa ‘Sine-i Millet’ mi çok düşündüm, adını oluştururken. Adım Sine. Çerkezce: Gözüm demek, Türkçesi Bağır, Göğüs Kafesi. İkisinin de anlamının kesiştiği şey içine SİNErek iş yapabilmek... Her iki dilde de kalbimin ısındığı bir ismi aile büyüklerim koyduğu için teşekkür ederim hep. Bu sohbetlerde tıp ve tıp alanı dışında ama tıbba hizmet eden veya şekilleyebileceğiniz düşündüğümüz insanları tanıtmak... Bir çeşit bilimler birliğinin sohbete gelmesi gibi... Bütün bilimler birbiri ile konuşur... Dinleyeni varsa... Ben o dinleyici kitlesini bulmak, arttırmak ve farkındalığı yaymak istiyorum. Yakın zamanda burada kurulmuş bir radyo, AmerikRadyo’da program başlayacak. Keyifli olacağına eminim. SORU: Bu söyleşiyi sizin cümleleriniz şekillendirdi. “Yaşadıkça daha iyilerini yapmak değil daha iyilerini yetiştirmek benim hayalim” cümleniz de çok etkileyici. Bu hayale ulaşmak için bir yandan da hep daha iyilerini yapıyorsunuz. Potansiyelini keşif yolculuğu yapanlara, rol model olarak neler söylemek istersiniz? Son söz gibi olmasın... İlk söz gibi bitsin... Yapılacak çok şey var hayatta... Fakat ne yaparsak yapalım, içine başkasını da koyalım. Aile varsa onu, toplum varsa onu... Bireysel başarının peşinden gitmek koca bir ömür kaybı... Potansiyeli açığa çıkaran şey bir başkasının sizdeki etkisi ise o başkasının da iyiliğine çalışmak erdeminde olmak lazım. Ben vermeden almaya, kısa yoldan yapılana ve basamak kullanarak tırmanmaya yatkın bireyler olmadan birlikte güçlenerek, büyümenin derdinde olmak gerektiğine inanıyorum. Seneler önce garsonluk yaparken öğrendiğim bir şeydi... Bu ülkeye yeni gelmiştim. Cep harçlığımı, tıp fakültesini bitirmiş biri olarak burada bu şekilde kazanmak biraz utandırıyordu bazen. O zamanlarda çöpten yemek yiyen bir evsize, lokantanın artık yemeklerini veriyordum iş çıkışı... Bir gün bana dediği şeyi hiç unutmuyorum: ‘sen hayatımda gördüğüm en iyi garsonsun;... O kadar mutlu olmuştum ki... Hayatımın özeti gibiydi... Ne yaparsam yapayım... Kendim ve bir başkası için yapmalıyım.
Ekleme Tarihi: 01 Mayıs 2021 - Cumartesi

Dr. Sine Aras AKTEN “Benim bıyığım yok, kalemim var”

Bilim insanlarının keşifler için saatlerini laboratuvarlarda geçiriyorlar. Minnettarız. Benim keşif alanım da insanlar. Yine,"iyi ki” “iyi ki” diye sevinç çığlıkları attıran bir keşfim ile huzurlarınızdayım. Türk Bilim İnsanı Nefrolog Dr. Sine Aras Akten, önce insan, sonra doktor. ABD’den katıldığı sanal bir toplantıda sesini ilk kez duydum ve o sesin “28 yaşındaki hastamı geri döndüremiyoruz. Bu virüs artık yaşa bakmıyor. Döne döne öldürmeye devam edecek” cümleleri, günlerce beynimde cirit attı. Canhıraş sesleniş, aslında gerçekçi bir tokattı hala farkına varamayanlar için. Araştırdıkça, her bir katmanı ayrı bir erdem taşıyan, tek bedene sığdırılmış bir insan deryası bulduğumu fark ettim. Değerli deryanın, zamandan hızlı koştuğu bir dönemde ayırdığı zaman için müteşekkirim. Buyurunuz başlayalım.

SORU:  İzmirli ve Tıp eğitimini İzmir’de tamamlayan Dr. Sine Aras Akten’in yolu ABD ile nasıl kesişti?

ABD'ne, New Orleans Louisiana Üniversitesi'ne, 2000 yılında Sinir Bilimleri (Nöroloji ve Sinir Bilimi - Temel Bilimi) üzerine staj amacıyla geldim. 3 aylık bir stajdı.

SORU: Staj için geldiğiniz ABD’de kalmaya nasıl karar verdiniz?

Staj yaparken, bilim dünyasının yakın bildiği ALS’de çığır açacak çalışmaları yürüten, gurur duyduğum bilim kadınlarından Pembe Hande Özdinler ile aynı laboratuvarda çalışmak şansına eriştim.  Ben o dönemler temel bilimlere merak salmıştım. Bir hücreden, hücrenin temel maddesi, geni, DNA nasıl çıkarılır gibi... Gittiğim bu laboratuvarda, benim dönemimden tıp fakültesi öğrencileri de vardı. Onların bu çeşit çalışmalara kolaylıkla katılabilmelerinden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Sanıyorum bir gün ders dinlerken, bir hocamızın kendi yaptığı çalışmasını anlatışı da beni etkilemişti. Mezuniyetten sonra ise belirli sınavları geçerek burada bir süre yaşayarak çalışmak istedim. New York'da, SUNY Downstate - Long Island College Hospital’da İç Hastalıkları bölümünü bitirip, Albert Einstein Üniversitesi/ Montefiore Tıp Merkezi’nde Nefroloji- Böbrek Bilimleri üst ihtisasımı tamamladım. Halen HHC- Health and Hospital Cooperation - adında New York'un en büyük Şehir Hastaneleri Grubu'nda yan dal şefi ve Nefrolog olarak çalışıyorum. Deneyim kazanıp ülkeme dönmek hayali ile çıkılan bir yol. 16 sene oldu... O hayali sürekli yaşatıyorum. Buradayken ülkemdeki öğrencilerime de aynı deneyimden geçmeleri için yardımcı oluyorum. Ve biliyorum ülkeme dönmek hayal değil. Zamanı gelince yapılması gereken bir ödev olarak baktığınızda, burada yapılan her deneyimi ülke ile paylaşmanın yolunu arıyor beyniniz.

SORU:  ABD’de bir başarı öyküsü yazdınız. İlk fark edilişinizin hikayesini yazabilir misiniz?

İlk fark ediliş aslında potansiyelinizin ne kadar olduğunu anladığınız an oluyor... Yani aslında sizi kimsenin keşfetmesine gerek yok. Yaptığınız iş ve yapma şekliniz onu ele veriyor. Ben bulunduğum her türlü konumda yapılması gerekenleri yapmanın ötesinde ‘daha farklı ve fazladan ne yapabilirim’ diye düşünüyorum. Bireysel kariyerimden çok ailem ve yaşadığım toplum için neler yaptığım kısmı beni daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle, ABD'deki başarı öykümü ailem ve hastalarımla yazıyorum. Fakat en büyük fark edilme sanırım " konuşmak ve anlatmak" istemem ile başladı. Senelerdir yazıyordum, anlatıyordum ve bunu hem akademik hem de profesyonelce yapmak istiyordum. Sağlık ile diğer bilimleri buluşturmak ve bunları aynı platformlarda sunabilmenin derdindeyken karşıma Susan Koven, Neal Baer gibi insanlar çıktı. Bu isimler, başarıyla iki üç ana bilim dalını bir potada birleştirebilen ve halkı sağlık alanında farklı yollarla eğitebilen insanlardan bazılarıydı. Onların kurduğu bir program olan Harvard Basın ve Tıp Okuluna kabul edildim. Çok büyük gurur ve keyifti. Projelerim hasta ve hekim arası empati düzeyini artırma amacına yönelikti. Hekim olarak hele de bu dönemlerde doğru sağlık bilgisi ve empatisini birleştirmek isteğimle fark edildim diyebilirim. 

SORU: Bu başarı öyküsünün devamını meraktayım elbette.. Ancak, çok güncel olduğu için Kovidli hastalara bakmak için ön saflara çağrıldığınız güne dönmek istiyorum. Orada sizi nasıl bir manzara bekliyordu?

Salgının en çok vurduğu kesim, düşük sosyoekonomik kesimdi. Burada Kovid-19 salgının epicenter merkezi olduğu dönem ön sıra doktorluğu yaptım ve hala yapıyorum. Mesleğim böbrek bilimleri. Ve Kovid-19 ağır hastalarda yoğun böbrek hasarı yapıp, onları diyalize muhtaç bırakıyor... Bazen bu ihtiyaç ömür boyu olabilecek düzeyde... Ben geçen yıl Mart /Nisan ve Haziran aylarını hatırladığımda savaş alanında bir asker gibi hissediyorum. Yorgun ve bitik...  Manzara çoğumuzun unutamayacağı oranda zorlayıcı görüntülere sahipti... Şu zamanlarda Hindistan neler yaşıyorsa, bir benzerini birinci dünya ülkesinde yaşıyorduk. Hem Kâğıttan Kaplan ABD'nin sağlık sisteminin çöküşüne tanık olmak hem de sosyal adaletsizliğin bir grup halkı silip süpürmesine engel olamamaktan çok yorulduğumuzu biliyorum. Bu nedenle, “Adaletsizliğin ulusu yok, döngüsü var” diyorum.

 

SORU: “Emanetiniz, emanetimizdir” diyerek, Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı’nın aktif üyesisiniz. Can kurtarmak için canlarından olanların emanetlerine sahip çıkıyorsunuz. Vakfın çalışmaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Adalet savaşçısı hukukçu babasını çok erken yaşta kalp krizinden kaybeden biri olarak yetim çocuklara özel olarak hassasiyetim var. Her zaman gururla söylüyorum. Kadın Hekimleri Eğitime Destek Vakfı (KAHEV) üyesiyim. Vakıf 2017 yılında bir grup duyarlı kadın hekimlerimiz tarafından kurulmuş, istisnai bir kurum. Hizmet ağları ve eğitime olan koşulsuz gönüllü destekleri ile ülkemizin dört bir yanında kadın ve çocuklarımıza sayısız hizmet veriyor, destek sağlıyorlar.  İlkokuldan, liseye ve tıp fakültesi öğrencilerine eğitim bursu veriyorlar. Kadınlarımızın bilgilenmesi, kuvvetlenmesi, toplumun sağlık konularına ilgi ve bilgi geliştirmesi gibi birçok kurs ve program düzenliyorlar. KAHEV: kurucularının kadın hekim olması sayesinde empatinin, desteğin en üst safhada sergilendiği  bir vakıf olma özelliği taşıyor.  KAHEV'in düzenlediği kampanyalardan sadece biri "Emanetiniz Emanetimizdir". Cansiperane çalışan pek çok sağlık çalışanımız bu salgında canlarını kaybettiler, geride gözü yaşlı eş, çocuk ve anne baba, kardeş bırakarak.. Her gün 500’ü aşan ölüm… Biz o ailelere destek olmak istedik. Sağlık çalışanı, yardım eder ama yardım talep edemez. Biz KAHEV olarak onların emanetlerine, çocuklarımıza destek bursları için bu kampanyayı yapıyoruz. Bu söyleşiyi okuyanların, beni değil de KAHEV'i hatırlamasını isterim.

 

SORU: Yine sizin bir cümleniz “benim bıyığım yok ama kalemim var”.. Kadın erkek ayrımcılığına dikkat çekmek için “sayfalarca yazı yazılsa bu kadar vurucu olmazdı” diye aklımdan geçirdim. Bu başkaldırıya, hasta hikayelerini yazma motivasyonunuzun kaynağı diyebilir miyiz

Hala kadın erkek ayrımcılığının hakim olduğu bu dünyada, belki de bir bıyığa ihtiyaç duymadığınız tek alan YAZMAK... Sözünüzün bir kılıç gibi beyinleri kestiği tek yer, sözünüzün yazıya döndüğü an... Ve yazmak: benim için nefes almak kadar doğal ve bilmeyi istemek, yemek istemek kadar elzem bir şey.. Kültürüme ve diğer kültürlere ait ilgi alanlarımı,  tıbbi bilimlerde birleştirmenin tek yolu: hasta hikayelerini yazmaktı. Bu yüzden Harvard'a girdim. Anlattığınız şeyi o kadar kuvvetlendirmelisiniz ki duyulsun. Yetmez, hissedilsin... Yetmez, sizi harekete geçirsin... Eğer bu hasta hikayeleri ise acı ve hastalığın tanısı ve bilgisi de sizde yer etmeli... Bu yüzden ben tıbbın ana objektif değerlerini edebiyatın kıvrımlarına ilmek ilmek işlemek istiyorum. Bu sebeple hasta hikâyeciliğinde bir ilk olan: Katmanlı Hasta Hikâyeciliği" tarzını bir tez olarak uyguladığım bir kitap oldu ilk kitap. Harvard’daki programın bitirme ödevidir... Günce'nin çok ilgi görmesinin altında, doktorun insan olarak hasta hikayelerine katılması vardır... Bu tekniğin yaygınlaşması için özel bir medya platformu ve projeler devam ediyor.. Bu nedenle, benim bıyığım yok ama çok güçlü bir kalemim olsun diye uğraşmaya devam edeceğim. Tıp Fakültesi'nde okurken, ailem bana bizim evin "Tomris Uyar'ı derdi. Her seferinde aynı cevabı verirdim." Ben tıbbın Tomris Uyarı olacağım." Usta kalem Tomris Uyarı her zaman saygı ve rahmetle anıyorum. Kitaplarımın tüm gelirini kız çocuklarımızın eğitimi için kullanıyorum ve   ömrüm yettikçe destek olmaya devam edeceğim.

 

 

SORU: Hasta hikayeleriniz ile ilgili bir cümle daha yine sizden gelsin. “Ben onların var olma çabalarına tanıklık ediyorum, var etmeye çalışarak, köprü oluyorum.” Çok etkilendim. Bu cümlenizin altında yatan duygularınızı paylaşabilir misiniz?

Böbrek bilimi uzmanıyım, böbreklerinin işlevleri ile ilgiliyim. Ve Böbrek Rahatsızlıkları 5 evreli uzun bir süreç. İnanın bazı hastalarımı kendi aile fertlerimden daha çok görüyorum. Onların bu süreçlerine sadece tedavi edici olarak katılmıyor, çoğu zamanda ruhsal destek kolonu olarak da görev alıyorsunuz. Çünkü insan bir bütün. Sadece ilaçlı tedavi ile onu iyileştiremezsiniz. Bu yüzden bazen taşıyıcı kolon ve bazen köprü görevi size düşen... Sağlam bir bina bile şiddetli deprem sonrasında destekleyici kolona ihtiyaç duyar... Hastalarımız da aynı şekilde...

SORU: Portakalın Gücü adlı kitabınızın senaryosu yazıldı. Bu çalışmada, hedef farkındalık noktanız neydi?

Portakalın Gücü, hasta hikayelerimden sadece biri... Kaybettiğim bir Vietnam gazisi hakkında.. Senaryosu yazıldı. Şu an film projelendirilmesinde teklifler değerlendiriliyor. Ben yaklaşık 3 senedir film, belgesel ve benzeri görsel medyada sosyal sorumluluk projeleri yapıyorum. Film ve belgeselcilik üzerine eğitim almamın da nedeni buydu. Anlatacağınız hikâyenin daha da etkili olmasını istiyorsanız, gösterebileceğiniz doneler de olmalı... Yakın zamanda çok çarpıcı bir kısa filmimiz de vizyona girecek. Ödüllü festivallere kabulü de oldu... HEDEF aslında çok net: İNSAN olabilme unsurunu yapılan işte de alınan hizmet de her zaman hatırlamak ve hatırlatmak... Hayat hatırlayabildiğimiz ve hatırlatabildiğimiz anlar ile güzel..

 

SORU: “Bir Doktorun Korona Güncesi” adlı kitabınız çıktı. Geleceğe mektup gibi değerlendirdim. Bu güncelerin, kitaplaşması sürecini de anlatabilir misiniz?

"Bir Türk Doktorun Güncesi " Katmanlı Tıp Hasta Hikaye Anlatıcılığının özgün çalışmalarından oldu. Zorlu bir sürecin, diğer uluslara örnek teşkil etmesi adına anlatılmasını amaçladım. Diğer yandan da, kovid-19 salgının, yaşadığım bu ülkede " inanılması zor ve uydurulmuş bir hastalık" olarak değerlendiren bazı siyasi söylemlere karşı evrimi anlatmak isteği de vardı... Salgın toplum sağlığını ciddi anlamda tehdit ederken, uygulamaya konulamayan hükümet politikaları ile elimizde ölen hastalarımızı anlatmak isteğiydi asıl amaç... Ben doktorum, hasta tedavi ederim... Fakat edemedim. Edemedik, edemiyorduk... Bunu yazmak istedim. Yazım süreci tam da pandeminin merkezinde olduğum anlardı. Yazımın harareti bu sebeple çok yoğundu. ‘Hasta gizlilik ilkesini, yazmanın kurallarını etik açıdan aşmadan, ne kadarını anlatabilirim’ sorgulamalarını ince ince düşünecek zamanlar değilse de her hafta sonu titizlikle oluşturulmuş bazı yerleri de kurgulandırılmış hasta öyküleri idi... Her hafta sonu derken, nöbet sonrası kalan zamanlar... O kadar yoğun çalışıyorduk ve o kadar izole hayatlar yaşıyorduk ki ailelerimiz ile görüşemediğimiz anları yazıya dökmeye karar vermiştim... O nedenle yazmak için zaman bulabildim.

 

SORU: Harvard “Media and Medicine”programına seçilen ilk Türk doktorsunuz. Aynı zamanda, Türk Amerikan Tıp Derneği Başkan yardımcılığı göreviniz de devam ediyor. Siz tevazu abidesi olarak yol alırken, biz gururdan dört köşe oluyoruz. Tevazu abidesi doktorumuz ABD’de yılın doktoru da seçildi. Bir hikaye anlatıcısı olarak, bu ödülün de hikayesini de anlatabilir misiniz?

Ödüller hakkında nedense konuşmak da yazmak da bana biraz zor gelir. Hasta memnuniyeti ve isteklilik ilkesi ile çaba ile bitirilmiş işler… Sonunda size verilen gazoz kapakları... Hayatta gazoz kapakları toplayalım ama daha önemlisi altında içerken keyif aldığımız şişeleri de olsun. Beni yakından tanımak isteyen zaten o bahsettiğiniz ödülleri de görecektir. Öncesi yapılan işlere bakabilsinler yeter... Ben sonuçları ile değil süreci ile ilgiliyim. Kendime sözüm: aldığım her ödüle ilişkin yararlı bir katma değer oluşturabilmek...

SORU: Bunca yoğunluğun içinde bir de “Sine Sine Sohbetler” programınız var. “Bu programın başlangıç hikayesini de yazar mısınız? 

‘Sine Sine Sohbetler’ mi yoksa ‘Sine-i Millet’ mi çok düşündüm, adını oluştururken. Adım Sine. Çerkezce: Gözüm demek, Türkçesi Bağır, Göğüs Kafesi. İkisinin de anlamının kesiştiği şey içine SİNErek iş yapabilmek... Her iki dilde de kalbimin ısındığı bir ismi aile büyüklerim koyduğu için teşekkür ederim hep. Bu sohbetlerde tıp ve tıp alanı dışında ama tıbba hizmet eden veya şekilleyebileceğiniz düşündüğümüz insanları tanıtmak... Bir çeşit bilimler birliğinin sohbete gelmesi gibi... Bütün bilimler birbiri ile konuşur... Dinleyeni varsa... Ben o dinleyici kitlesini bulmak, arttırmak ve farkındalığı yaymak istiyorum. Yakın zamanda burada kurulmuş bir radyo, AmerikRadyo’da program başlayacak. Keyifli olacağına eminim.

SORU: Bu söyleşiyi sizin cümleleriniz şekillendirdi. “Yaşadıkça daha iyilerini yapmak değil daha iyilerini yetiştirmek benim hayalim” cümleniz de çok etkileyici. Bu hayale ulaşmak için bir yandan da hep daha iyilerini yapıyorsunuz. Potansiyelini keşif yolculuğu yapanlara, rol model olarak neler söylemek istersiniz?

Son söz gibi olmasın... İlk söz gibi bitsin... Yapılacak çok şey var hayatta... Fakat ne yaparsak yapalım, içine başkasını da koyalım. Aile varsa onu, toplum varsa onu... Bireysel başarının peşinden gitmek koca bir ömür kaybı... Potansiyeli açığa çıkaran şey bir başkasının sizdeki etkisi ise o başkasının da iyiliğine çalışmak erdeminde olmak lazım. Ben vermeden almaya, kısa yoldan yapılana ve basamak kullanarak tırmanmaya yatkın bireyler olmadan birlikte güçlenerek, büyümenin derdinde olmak gerektiğine inanıyorum. Seneler önce garsonluk yaparken öğrendiğim bir şeydi... Bu ülkeye yeni gelmiştim. Cep harçlığımı, tıp fakültesini bitirmiş biri olarak burada bu şekilde kazanmak biraz utandırıyordu bazen. O zamanlarda çöpten yemek yiyen bir evsize, lokantanın artık yemeklerini veriyordum iş çıkışı... Bir gün bana dediği şeyi hiç unutmuyorum: ‘sen hayatımda gördüğüm en iyi garsonsun;... O kadar mutlu olmuştum ki... Hayatımın özeti gibiydi... Ne yaparsam yapayım... Kendim ve bir başkası için yapmalıyım.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zirvekibris.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.