Atakom
Serena
girne belediyse
MERIT
Dilek Orhan
Köşe Yazarı
Dilek Orhan
 

ELİF ÇAMLIKAYA “Hindistan’da saat değil zaman var”

Pek çok anlamda akıbeti meçhul pandemi süreci beraberinde getirdikleri ile içimizi yakmaya devam ediyor. Diğer yandan bu süreçte; söylemde kalmayıp, hemen eyleme geçirilen ilham verici fikirler, fikirlerin paylaşımındaki cömertlik ve eylemlerdeki kollektif yaklaşım yanan içimize soğuk sular döküyor. Bu cömertliğin ve kollektif hareket bilincinin virüsten hızlı yayılmasını diliyorum. Belki de yeni keşifler için şu anda çalışan insanlar var. Bendeniz ise sessiz sakin insan keşiflerime ve bu keşiflerimi değerli okurlarımla paylaşmaya devam ediyorum. Yeni keşfimim adı Dr. Elif ÇAMLIKAYA.  Kültür ve Turizm Bakanlığı İngilizce lisanslı Profesyonel Turist Rehberi. Aynı zamanda Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde doktorasını Yeditepe Üniversitesi’nde tamamlayan bir antropolog. Lisans tezi ise "Death Management in Hindu Varanasi" adı ile kitap olmuş.  Girişte kollektif yaklaşıma dikkat çekmiştim. Bu söyleşi de mini bir kollektif çalışma örneği oldu. Soruları, kendisini “İnsan kimdir ve bu dünyada ne işi vardır?”sorularının cevabını aramaya adamış Yasemin ÖZYÜKSEL sordu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Yasemin ÖZYÜKSEL, bir firmada üst düzey yöneticilik yapıyor ve 7000 üyeli Human Klubü’nün 7 yöneticisinden biri. Her ikisine de içten teşekkürlerimle, başlayalım.     İstanbul büyülü bir şehir. Burada doğmuş bir antropolog olarak, bu kültürel tarihi solumak mı sana mesleki rotanda ilham oldu mu?   İstanbul gerçekten de büyülü ve çok güzel bir şehir. Bu şehirde doğduğum ve İstanbul'un çok kültürlü yaşamı içinde büyüdüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum. Rehberliğe antropoloji eğitimimden önce başlamıştım ama rehberlik ve antropoloji birbirini destekleyen iki alan. Her zaman için farklı kültürleri tanıma, anlama ve tanıtma isteği içinde oldum. Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nde aldığım, turizm seçmeli dersi öğretmenimiz ve okul yönetimimizin aracılığıyla Dolmabahçe Sarayı'nda İngilizce rehberlik yapmaya başladım. O dönemde Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı sarayların kendi personeli olan rehberler vardı. Bu sırada saraya gelen profesyonel turist rehberlerini tanıdım ve onların rehberlik mesleğini tavsiyesiyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın açtığı 'profesyonel turist rehberliği' sınavına girmeye karar verdim. O yıllarda, profesyonel turist rehberi olabilmek için lise mezunu olmak ve bir dili çok iyi derecede bilmek yeterliydi. Rehberlik kursuna giderken aynı zamanda Boğaziçi Üniversite'sinde öğrenciydim ve mezun olduktan sonra da rehberlik mesleğine aralıksız devam ettim. Bu sırada İngilizce konuşan çok sayıda ülkenin vatandaşını ve kültürünü yakından tanıma fırsatını buldum. Antropolojinin konusu insan, toplumlar ve kültürlerdir. Bu geniş çerçeve içinde insanların ve toplumların neden birbirine benzediği veya bezemediği ve; insanlar ve toplumların neden ve nasıl değiştiğiyle ilgilenir. Antropolojinin amacı bu sorulara geçerli ve doğru cevapları alanda yaptığı çalışmaların sonucunda verebilmektir. Bu nedenle antropoloji alanındaki bilgi ve deneyimim, rehberlik mesleğinde ilerlememde bana çok önemli katkılarda bulundu.    Rehberlik yapmak isteyebileceğin bir coğrafyayı nasıl seçersin? Önceliğinde hangisi var? tarih mi? Kültürel miras mı ? Ritüeller mi?   Genel anlamda turist rehberleri her coğrafya ve kültürde aynı merak ve tutkuyla mesleğini yapar. Ben de gezdireceğim şehre veya ülkeye bütünsel olarak bakarım. Bir grup insan orada bir kültür ortaya çıkarır ve bu mutlaka çok katmanlı bir kültürdür. Farklı inanç ve geleneklere sahip insanlar aynı şehirde bir arada yaşar. Hepsi kendi inanç ve geleneklerini törenlerle ifade eder. Bugüne ulaşan somut veya somut olmayan miras, köklü bir tarihin sonucudur. Bu nedenle de dünyanın farklı kıtalarında, her biri eşsiz ve biricik çok sayıda uygarlık vardır. Bu kültürler arasında kendime daha yakın hissettiklerim var mutlaka. Bu nedenle de o şehirlere veya ülkelere daha sıklıkla gitmeye çalışıyorum.      Gezgin bir ruhun var. Yeni incelemeye başladığın bir bölgede belirlenen güvenli rotadan ayrılıp, keşfedilmeyi bekleyenlere doğru çekildiğin zamanlar oluyor mu? Oluyorsa, bu şekilde öğrendiğin bir tarihi hikayeyi bize Elif’in keşfi olarak anlatabilir misin?   Yeni tanımaya başladığım bir bölgede mutlaka konfor alanımdan ayrılarak, her türlü deneyimi yaşamaya çalışırım. Bunu yaparken kişisel güvenliğime ve o ülkenin yasalarına uygun davranmaya dikkat ederim. Konfor alanından ayrılarak keşiflerde bulunmak ve kişisel güvenliği tehlikeye atmak çok farklı şeyler ve her gezginin bu farka çok dikkat etmesi lazım. Sonuçta içinde doğmadığın ve bütün detaylarına hakim olmadığın bir ülkede her riski sınırsız göze almak, tehlikeli veya yasa dışı olabilir. Bu konuyu dikkate aldıktan sonra, mutlaka konfor alanımızın dışına çıkmalı ve halkın arasına karışmalıyız. Geleneklere saygılı olmalıyız. Bizimle konuşmak istemeyen, fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmayan insanlara anlayış göstermeliyiz. Gülümsemek ve nazik olmak bize çok sayıda kapıyı açacaktır. İnsanlar genelde paylaşmayı sever. Ben de sık sık rotanın dışına çıkarak, keşifler yaparım ve en güzel hatıralarım bu keşifler sırasında karşıma çıkar. Hindistan'ın Varanasi şehrinde yaşadığım yıllarda bir gün, Ganj Nehri'nin kenarında yer alan Assi Ghat dediğimiz geniş buluşma alanının arka sokaklarında yürüyüşe çıktım. O sırada daracık bir sokağın köşesinde oturan çok yaşlı bir kadın gördüm. Hava çok sıcaktı ve eliyle başını tutan kadına, belki de susuz kaldı ve başı ağrıyor diye düşünerek elimdeki su şişesini uzattım. Yaşlı kadın suyu içti ve bu sefer de o benim elimi tutarak çekmeye başladı. İleride çok dar bir sokakta, demir bir kapının önüne geldik. Açtı ve beni içeri davet etti. İçeride çok yaşlı dört kadın oturuyordu. Beni aldı ve binanın tüm odalarından tek tek dolaştırdı. İbadet edilen odayı gösterdi. Kocaman binada yaşlı kadınlar dışında kimse yoktu. Kapıdaki mermer levhada Sri Ma Anandamayi Ashram yazıyordu. Hindu inancının en önemli kadın gurularından birinin ismine yapılan bu binada, Varanasi'ye hac dönemlerinde gelenlerin kısa süreli konaklaması için yapılmış odalar vardı. Yaşlı kadınlar, ailelerinin yanından ayrılmış veya ayrılmak zorunda bırakılmış ve buraya sığınmışlardı. Hacıların ashramlarda kaldığı o eski görkemli günler geçmişte kaldığı için, bina çoğu zaman boştu ve yaşlı kadınlar çevreden gelen yardımlarla yaşamaya devam ediyordu. Bu kapıdan içeri girebileceğimi aklıma bile getirmezdim. Kalabalık Assi Ghat'ın arka sokağında, kocaman ama artık ıssız bir ashram ve oraya sığınmış yaşlı kadınlarla tanışabildim çünkü o gün kendime hadi şu arka sokaktan geçeyim bugün de demiştim ve yolda elini başına dayamış yaşlı kadını görmezden gelerek yürüyüp geçmek yerine, biraz su iyi gelir belki diye düşünmüştüm. O da bana gerçek bir ashamın kapılarını açarak, karşılığını ödeyemeyeceğim bir hediye vermişti.      “İstanbul'dan sonra Hindistan ikinci evim” dediğini biliyoruz. Hindistan'a ilk gidişinde, kendini evinde hissetmene neden olan, sana bu kadar tanıdık gelen ilk şey neydi?   Hindistan'a ilk gittiğimde beni en çok etkileyen şey, kaos gibi görünen ne varsa aslında işleyen bir düzenin parçası olduğunu keşfetmemdi. O yıllarda büyük şehirler arasındaki yollar bile çok bozuktu. Otobüs lastiğinin patlamadığı bir yolculuk olmazdı. Konaklama ve yeme içme seçenekleri bugünkü seviyede değildi. ama insanlar güler yüzlü, sabırlı, cömert ve içtendi. Bugün de aynılar. Hindistan'da kamyonların arkasında 'horn please' yazar. Eskiden yollar korna sesinden geçilmezdi. Şimdi çok daha azaldı. Bu yoğun trafik ve ses ortamında bile kimse birbirine bağırıp çağırmaz ve aracını durdurup kavgaya tutuşmaz. İnsanlar yolda yürürken bir tanıdığını görünce durur ve uzun uzun sohbet eder. Hindistan'da saat değil zaman kavramı vardır. Kimse saatli randevular ve gecikme stresiyle bunalıma girmez. Geç kalır ve senden de sinirlenmemeni bekler. Kendi ritminde akan bir zaman anlayışı vardır. İnsanlar tapınakta tanrının temsil edildiği odayı görebilmek için sabırla saatlerce sırada bekler. Tren on saat rötar yapar ve herkes yine istasyonda sakince bekler. Benim doğduğum ülkede de eskiden böyle bir hayat vardı. Hayatı zamana hapsetmeden ve hatır gönül ilişkisini ön plana alan yaşam tarzı özellikle büyük şehirlerde yıllar içinde terk edildi ve herkes zamanla yarışır oldu. Zamana saygılı olmayı ve randevularıma zamanında gitmeyi ben de severim ve önem veririm ama hayatın, zamanla yarış halini aldığında ne kadar zarar verebildiğini de görüyorum. Hindistan'da beni ilk başta en çok etkileyen, eski zamansız yıllara dönüşü yeniden yaşayabilmek ve aslında işlerin böyle de yürüyebildiğini görmek oldu. Salgın sürecinde tüm dünya, bu zamansız dönemlere döndük sanki. Her yer Hindistan oldu böylece. Artık eskisi gibi çok yoğun işlerimiz, kimseye ayıramayacak kadar dolu günlerimiz ve peş peşe yetişmeye çalıştığımız randevularımız yok. Hepimiz, zaman kavramıyla bağlantılı bir deneyimin içinden geçer olduk bir anlamda.       Türk Halkı’nda da, Hint Kültürü’nde de zor şartları kabulleniş, kadere saygı, sabrın mükafatlandırılacağı inancı yoğun bir etkiye sahip. Bu etki, sürekli zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan coğrafyaların ruhumuzu rahatlatmak için paylaştığı bir inanç olabilir mi?   Türk ve Hint kültürlerinde ortak olan önemli noktalardan biri de hayatın zorluklarıyla ahlaki kurallara uyarak mücadele etmek. Hindu inancında canlılar, insan bedeninde doğmadan önce 8.4 milyon defa bitki ve hayvan olarak doğar. Bu deneyimlerin ardından, insan olarak doğmaya hak kazanır. İnsan bedeniyle de birden fazla defa dünyaya gelir. Her yaşamında, toplumsal ve dini sorumluluklarını, olması gerektiği gibi yerine getirmelidir. Her yeniden doğuşunda, mücadele etmek zorunda kaldığı zorlukları yenerek ruhani gelişimini tamamlar ve öyle bir an gelir ki, artık yeniden doğmasına gerek kalmaz. Yaratıcı ilahi enerjinin bir parçası halini alır. Türk gelenekleri de yaşamın zorluklarına karşı sabır ve iyi niyetle mücadele edilmesi gerektiğini vurgular. Sabrın sonunda, iyilik yolundan ayrılmayanları bekleyen bir ödül vardır. İki kültürde ortak olan şey, bu zorlu sınavların çokluğu ve sıklığı olabilir. Bu nedenle de muhtemelen daha rahat şartlarda yaşayan coğrafyaların halklarından daha sık ve zorlu sınavlardan geçiyoruz. Sınavlar azalmazsa veya kolaylaşmazsa da geriye, sabrın sonunda bizleri bekleyen ödüllere tutunmaktan başka bir yol kalmayabiliyor.    Türk ve Hint kültürlerinde, insanın ruhuna verilen kıymeti çok değerli buluyorum. Doktora çalışman da, Hindu inancında ölüm törenleri hakkında. Hintlilerin ölmüşlerini onurlandırma ve yas tutma ritüellerinin bizim kültürümüz ritüelleri ile benzerliklerini keşfettin mi?    Ölüm sonrasında nereye gideceği ve neler yaşanacağı, insanın her zaman ilgi alanı içinde olmuştur. İnsan, fiziki bedeni ayakta tutan bir enerji bedenin varlığına inanır ve bu enerjinin ölüm sonrası nereye gittiğini sorgular. Farklı kültür ve inançların bu soruya farklı açıklamaları vardır. Ölümden sonra, hızla çürümekte olan bir beden ortaya çıkar. Bu beden aynı zamanda ailesinde ve çevresinde sevilen ve yokluğu büyük bir boşluk bırakacak, sosyal bir bireye de aittir. İşte ölüm törenlerinin amacı hem bedeni hızlı bir şekilde görünür olmaktan çıkarmak; hem de değer verilen sosyal kimliğini onurlandırmaktır. Hindu inancına göre ruhun bedenden özgürleşmesi için bedenin yakılması gerekir. Ateşin temizleyici ve arındırıcı bir gücü olduğuna inanılır. Bedenden geriye kalan küller, kutsal olduğuna inanılan bir nehre atılır ve ruhun, daha önce ölmüş atalarının bulunduğu makama gönderilmesi için bazı törenler yapılır. Bu törenlerin amacı ruha rehberlik yapmak ve dünyada kalmasını engellemektir. Ruh, atalar katına ulaştıktan sonra orada karşı karşıya kalacağı değerlendirme, dünyadaki yaşamını nasıl geçirdiği hakkında olacak ve buna göre de yeni bir bedende, daha iyi veya daha zorlu şartları deneyimlemek üzere yeniden doğacaktır. Eğer son yaşamında tekâmülünü tamamlamışsa ve yeniden doğarak bir yaşam sınavından daha geçmesine gerek yoksa, yaratıcı enerjiye karışarak bu zorlu 'ölüm doğum çemberinden' kurtulacaktır. Yakma töreninden sonra, ölünün ruhunu onurlandıran ritüeller bir yıl boyunca devam eder. Aile bu sırada yastadır ve bir yıl boyunca düğünler, festivaller ve bayramlara katılmaz. Ailede evlilik töreni düzenlenmez. Aile normal yaşamına bir yılın sonunda dönebilir. Türk geleneklerinde de ölümden sonra ruha yolculuğunda yardımcı olabilmek için çok sayıda dini tören düzenlenir. Belli günlerde hatim indirilir ve çok sayıda dua, ölünün ruhuna hediye edilir. Mezarı ziyaret edilir ve manevi varlığı her zaman ailenin içinde yaşamaya devam eder. Ölen aile üyesi asla unutulmaz ve hatırası canlı tutulur. Törenler arasında farklılık olsa da, ölen kişinin ruhuna duyulan saygı ve bu saygı nedeniyle düzenlenen törenlere emek ve zaman ayırma açısından Türk ve Hint kültürleri arasında çok önemli benzerlikler vardır.        Türkiye’den Hindistan’a bir gelenek armağan etme şansın olsa, sence Hindistan’a hangi geleneğimiz çok yakışırdı?    Hindistan'da sabah kahvaltısı geleneği bizden çok farklıdır. Genelde sabah mutfakta taze pişirilen, baharat soslu ve karışık sebze yemeklerine eşlik eden taze ekmekler yenilir. Peynir kahvaltıda değil de, diğer öğünlerde sıcak yemeklerin içine katılarak tüketilir. Örneğin ıspanak püresi ve taze küp peynirlerle pişirilen 'palak paneer' isminde harika bir yemek vardır. Kahvaltı geleneği, genelde havanın çok sıcak olması ve eskiden saklama şartlarının iyi olmaması nedeniyle böyle gelişmiştir. Soğuk ortamda tutulmazsa çabuk bozulacak çeşitli peynirleri buzdolabında saklama olanağı artık var. Hindistan'a kahvaltı geleneğimizi armağan etmek isterdim. Lezzetli peynirler eşliğinde yapılacak taze ve serin bir kahvaltı gibisi yok.    Hindistan’dan, Türkiye’ye bir gelenek armağan etme şansın olsa, sence Türkiye’ye hangi Hint geleneği çok yakışırdı?   Hindistan'da çok sevdiğim geleneklerin başında ailelerin, nesillerdir alışveriş yaptığı esnaftan alışveriş yapmaya devam etmeleri ve yerel esnafın, küresel büyük markalar karşısında yok olmamasını sağlamaları var. Bu nedenle de Hindistan'da Delhi, Mumbai, Chennai gibi büyük şehirler dışındaki şehirlerde alışveriş merkezi bulabilmek çok zordur. Terziler, ayakkabı tamircileri, ev eşyası üreten mobilyacılar, kumaşçılar, oyuncak esnafı gibi çok sayıda işletme var olmaya devam eder. İnsanlar yıllardır tanıyıp güvendiği bu kişilerden alışveriş yapar. Türkiye'de bu geleneğin yok olmasından ve küçük esnafın görünür olmaktan çıkmasından büyük üzüntü duyuyorum. Geleneğimizde var olan bu alışkanlığı yaşatmamız gerektiğine inanıyorum.         Son olarak, okurlarımıza ilmik ilmik işlediğin deneyimlerin ışığında, mesajların nelerdir?   Dünyayı anlamak için gezmek ve bir kültürü, yaşandığı yerde gözlemlemek çok önemlidir. İnsanları ve yaşamlarını tanıdıkça ve direk iletişim kurdukça birbirimizi daha iyi anlarız ve farklılıkları zenginlik olarak görmeye başlarız. Bu nedenle, pandemi bittikten ve güvenli yolculuk şartları oluştuktan sonra herkese olanakları çerçevesinde seyahat etmelerini tavsiye ederim. Temel ihtiyaçlarımızı sağladıktan sonra yapılacak yatırım, asla kullanmayacağımız gereksiz eşyalara değil deneyimlere ve ileride gülümseyerek hatırlanacak anılara olmalıdır.
Ekleme Tarihi: 11 Nisan 2021 - Pazar

ELİF ÇAMLIKAYA “Hindistan’da saat değil zaman var”

Pek çok anlamda akıbeti meçhul pandemi süreci beraberinde getirdikleri ile içimizi yakmaya devam ediyor. Diğer yandan bu süreçte; söylemde kalmayıp, hemen eyleme geçirilen ilham verici fikirler, fikirlerin paylaşımındaki cömertlik ve eylemlerdeki kollektif yaklaşım yanan içimize soğuk sular döküyor. Bu cömertliğin ve kollektif hareket bilincinin virüsten hızlı yayılmasını diliyorum. Belki de yeni keşifler için şu anda çalışan insanlar var. Bendeniz ise sessiz sakin insan keşiflerime ve bu keşiflerimi değerli okurlarımla paylaşmaya devam ediyorum.

Yeni keşfimim adı Dr. Elif ÇAMLIKAYA.  Kültür ve Turizm Bakanlığı İngilizce lisanslı Profesyonel Turist Rehberi. Aynı zamanda Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde doktorasını Yeditepe Üniversitesi’nde tamamlayan bir antropolog. Lisans tezi ise "Death Management in Hindu Varanasi" adı ile kitap olmuş.  Girişte kollektif yaklaşıma dikkat çekmiştim. Bu söyleşi de mini bir kollektif çalışma örneği oldu. Soruları, kendisini “İnsan kimdir ve bu dünyada ne işi vardır?”sorularının cevabını aramaya adamış Yasemin ÖZYÜKSEL sordu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Yasemin ÖZYÜKSEL, bir firmada üst düzey yöneticilik yapıyor ve 7000 üyeli Human Klubü’nün 7 yöneticisinden biri. Her ikisine de içten teşekkürlerimle, başlayalım.

 

 

İstanbul büyülü bir şehir. Burada doğmuş bir antropolog olarak, bu kültürel tarihi solumak mı sana mesleki rotanda ilham oldu mu?

 
İstanbul gerçekten de büyülü ve çok güzel bir şehir. Bu şehirde doğduğum ve İstanbul'un çok kültürlü yaşamı içinde büyüdüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum. Rehberliğe antropoloji eğitimimden önce başlamıştım ama rehberlik ve antropoloji birbirini destekleyen iki alan. Her zaman için farklı kültürleri tanıma, anlama ve tanıtma isteği içinde oldum. Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nde aldığım, turizm seçmeli dersi öğretmenimiz ve okul yönetimimizin aracılığıyla Dolmabahçe Sarayı'nda İngilizce rehberlik yapmaya başladım. O dönemde Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı sarayların kendi personeli olan rehberler vardı. Bu sırada saraya gelen profesyonel turist rehberlerini tanıdım ve onların rehberlik mesleğini tavsiyesiyle, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın açtığı 'profesyonel turist rehberliği' sınavına girmeye karar verdim. O yıllarda, profesyonel turist rehberi olabilmek için lise mezunu olmak ve bir dili çok iyi derecede bilmek yeterliydi. Rehberlik kursuna giderken aynı zamanda Boğaziçi Üniversite'sinde öğrenciydim ve mezun olduktan sonra da rehberlik mesleğine aralıksız devam ettim. Bu sırada İngilizce konuşan çok sayıda ülkenin vatandaşını ve kültürünü yakından tanıma fırsatını buldum. Antropolojinin konusu insan, toplumlar ve kültürlerdir. Bu geniş çerçeve içinde insanların ve toplumların neden birbirine benzediği veya bezemediği ve; insanlar ve toplumların neden ve nasıl değiştiğiyle ilgilenir. Antropolojinin amacı bu sorulara geçerli ve doğru cevapları alanda yaptığı çalışmaların sonucunda verebilmektir. Bu nedenle antropoloji alanındaki bilgi ve deneyimim, rehberlik mesleğinde ilerlememde bana çok önemli katkılarda bulundu. 

 

Rehberlik yapmak isteyebileceğin bir coğrafyayı nasıl seçersin? Önceliğinde hangisi var? tarih mi? Kültürel miras mı ? Ritüeller mi?


 
Genel anlamda turist rehberleri her coğrafya ve kültürde aynı merak ve tutkuyla mesleğini yapar. Ben de gezdireceğim şehre veya ülkeye bütünsel olarak bakarım. Bir grup insan orada bir kültür ortaya çıkarır ve bu mutlaka çok katmanlı bir kültürdür. Farklı inanç ve geleneklere sahip insanlar aynı şehirde bir arada yaşar. Hepsi kendi inanç ve geleneklerini törenlerle ifade eder. Bugüne ulaşan somut veya somut olmayan miras, köklü bir tarihin sonucudur. Bu nedenle de dünyanın farklı kıtalarında, her biri eşsiz ve biricik çok sayıda uygarlık vardır. Bu kültürler arasında kendime daha yakın hissettiklerim var mutlaka. Bu nedenle de o şehirlere veya ülkelere daha sıklıkla gitmeye çalışıyorum.   

 

Gezgin bir ruhun var. Yeni incelemeye başladığın bir bölgede belirlenen güvenli rotadan ayrılıp, keşfedilmeyi bekleyenlere doğru çekildiğin zamanlar oluyor mu? Oluyorsa, bu şekilde öğrendiğin bir tarihi hikayeyi bize Elif’in keşfi olarak anlatabilir misin?
 


Yeni tanımaya başladığım bir bölgede mutlaka konfor alanımdan ayrılarak, her türlü deneyimi yaşamaya çalışırım. Bunu yaparken kişisel güvenliğime ve o ülkenin yasalarına uygun davranmaya dikkat ederim. Konfor alanından ayrılarak keşiflerde bulunmak ve kişisel güvenliği tehlikeye atmak çok farklı şeyler ve her gezginin bu farka çok dikkat etmesi lazım. Sonuçta içinde doğmadığın ve bütün detaylarına hakim olmadığın bir ülkede her riski sınırsız göze almak, tehlikeli veya yasa dışı olabilir. Bu konuyu dikkate aldıktan sonra, mutlaka konfor alanımızın dışına çıkmalı ve halkın arasına karışmalıyız. Geleneklere saygılı olmalıyız. Bizimle konuşmak istemeyen, fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmayan insanlara anlayış göstermeliyiz. Gülümsemek ve nazik olmak bize çok sayıda kapıyı açacaktır. İnsanlar genelde paylaşmayı sever. Ben de sık sık rotanın dışına çıkarak, keşifler yaparım ve en güzel hatıralarım bu keşifler sırasında karşıma çıkar. Hindistan'ın Varanasi şehrinde yaşadığım yıllarda bir gün, Ganj Nehri'nin kenarında yer alan Assi Ghat dediğimiz geniş buluşma alanının arka sokaklarında yürüyüşe çıktım. O sırada daracık bir sokağın köşesinde oturan çok yaşlı bir kadın gördüm. Hava çok sıcaktı ve eliyle başını tutan kadına, belki de susuz kaldı ve başı ağrıyor diye düşünerek elimdeki su şişesini uzattım. Yaşlı kadın suyu içti ve bu sefer de o benim elimi tutarak çekmeye başladı. İleride çok dar bir sokakta, demir bir kapının önüne geldik. Açtı ve beni içeri davet etti. İçeride çok yaşlı dört kadın oturuyordu. Beni aldı ve binanın tüm odalarından tek tek dolaştırdı. İbadet edilen odayı gösterdi. Kocaman binada yaşlı kadınlar dışında kimse yoktu. Kapıdaki mermer levhada Sri Ma Anandamayi Ashram yazıyordu. Hindu inancının en önemli kadın gurularından birinin ismine yapılan bu binada, Varanasi'ye hac dönemlerinde gelenlerin kısa süreli konaklaması için yapılmış odalar vardı. Yaşlı kadınlar, ailelerinin yanından ayrılmış veya ayrılmak zorunda bırakılmış ve buraya sığınmışlardı. Hacıların ashramlarda kaldığı o eski görkemli günler geçmişte kaldığı için, bina çoğu zaman boştu ve yaşlı kadınlar çevreden gelen yardımlarla yaşamaya devam ediyordu. Bu kapıdan içeri girebileceğimi aklıma bile getirmezdim. Kalabalık Assi Ghat'ın arka sokağında, kocaman ama artık ıssız bir ashram ve oraya sığınmış yaşlı kadınlarla tanışabildim çünkü o gün kendime hadi şu arka sokaktan geçeyim bugün de demiştim ve yolda elini başına dayamış yaşlı kadını görmezden gelerek yürüyüp geçmek yerine, biraz su iyi gelir belki diye düşünmüştüm. O da bana gerçek bir ashamın kapılarını açarak, karşılığını ödeyemeyeceğim bir hediye vermişti. 

 

 

“İstanbul'dan sonra Hindistan ikinci evim” dediğini biliyoruz. Hindistan'a ilk gidişinde, kendini evinde hissetmene neden olan, sana bu kadar tanıdık gelen ilk şey neydi?


 
Hindistan'a ilk gittiğimde beni en çok etkileyen şey, kaos gibi görünen ne varsa aslında işleyen bir düzenin parçası olduğunu keşfetmemdi. O yıllarda büyük şehirler arasındaki yollar bile çok bozuktu. Otobüs lastiğinin patlamadığı bir yolculuk olmazdı. Konaklama ve yeme içme seçenekleri bugünkü seviyede değildi. ama insanlar güler yüzlü, sabırlı, cömert ve içtendi. Bugün de aynılar. Hindistan'da kamyonların arkasında 'horn please' yazar. Eskiden yollar korna sesinden geçilmezdi. Şimdi çok daha azaldı. Bu yoğun trafik ve ses ortamında bile kimse birbirine bağırıp çağırmaz ve aracını durdurup kavgaya tutuşmaz. İnsanlar yolda yürürken bir tanıdığını görünce durur ve uzun uzun sohbet eder. Hindistan'da saat değil zaman kavramı vardır. Kimse saatli randevular ve gecikme stresiyle bunalıma girmez. Geç kalır ve senden de sinirlenmemeni bekler. Kendi ritminde akan bir zaman anlayışı vardır. İnsanlar tapınakta tanrının temsil edildiği odayı görebilmek için sabırla saatlerce sırada bekler. Tren on saat rötar yapar ve herkes yine istasyonda sakince bekler. Benim doğduğum ülkede de eskiden böyle bir hayat vardı. Hayatı zamana hapsetmeden ve hatır gönül ilişkisini ön plana alan yaşam tarzı özellikle büyük şehirlerde yıllar içinde terk edildi ve herkes zamanla yarışır oldu. Zamana saygılı olmayı ve randevularıma zamanında gitmeyi ben de severim ve önem veririm ama hayatın, zamanla yarış halini aldığında ne kadar zarar verebildiğini de görüyorum. Hindistan'da beni ilk başta en çok etkileyen, eski zamansız yıllara dönüşü yeniden yaşayabilmek ve aslında işlerin böyle de yürüyebildiğini görmek oldu. Salgın sürecinde tüm dünya, bu zamansız dönemlere döndük sanki. Her yer Hindistan oldu böylece. Artık eskisi gibi çok yoğun işlerimiz, kimseye ayıramayacak kadar dolu günlerimiz ve peş peşe yetişmeye çalıştığımız randevularımız yok. Hepimiz, zaman kavramıyla bağlantılı bir deneyimin içinden geçer olduk bir anlamda.  

 

 

Türk Halkı’nda da, Hint Kültürü’nde de zor şartları kabulleniş, kadere saygı, sabrın mükafatlandırılacağı inancı yoğun bir etkiye sahip. Bu etki, sürekli zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan coğrafyaların ruhumuzu rahatlatmak için paylaştığı bir inanç olabilir mi?

 
Türk ve Hint kültürlerinde ortak olan önemli noktalardan biri de hayatın zorluklarıyla ahlaki kurallara uyarak mücadele etmek. Hindu inancında canlılar, insan bedeninde doğmadan önce 8.4 milyon defa bitki ve hayvan olarak doğar. Bu deneyimlerin ardından, insan olarak doğmaya hak kazanır. İnsan bedeniyle de birden fazla defa dünyaya gelir. Her yaşamında, toplumsal ve dini sorumluluklarını, olması gerektiği gibi yerine getirmelidir. Her yeniden doğuşunda, mücadele etmek zorunda kaldığı zorlukları yenerek ruhani gelişimini tamamlar ve öyle bir an gelir ki, artık yeniden doğmasına gerek kalmaz. Yaratıcı ilahi enerjinin bir parçası halini alır. Türk gelenekleri de yaşamın zorluklarına karşı sabır ve iyi niyetle mücadele edilmesi gerektiğini vurgular. Sabrın sonunda, iyilik yolundan ayrılmayanları bekleyen bir ödül vardır. İki kültürde ortak olan şey, bu zorlu sınavların çokluğu ve sıklığı olabilir. Bu nedenle de muhtemelen daha rahat şartlarda yaşayan coğrafyaların halklarından daha sık ve zorlu sınavlardan geçiyoruz. Sınavlar azalmazsa veya kolaylaşmazsa da geriye, sabrın sonunda bizleri bekleyen ödüllere tutunmaktan başka bir yol kalmayabiliyor. 

 

Türk ve Hint kültürlerinde, insanın ruhuna verilen kıymeti çok değerli buluyorum. Doktora çalışman da, Hindu inancında ölüm törenleri hakkında. Hintlilerin ölmüşlerini onurlandırma ve yas tutma ritüellerinin bizim kültürümüz ritüelleri ile benzerliklerini keşfettin mi?


 
 Ölüm sonrasında nereye gideceği ve neler yaşanacağı, insanın her zaman ilgi alanı içinde olmuştur. İnsan, fiziki bedeni ayakta tutan bir enerji bedenin varlığına inanır ve bu enerjinin ölüm sonrası nereye gittiğini sorgular. Farklı kültür ve inançların bu soruya farklı açıklamaları vardır. Ölümden sonra, hızla çürümekte olan bir beden ortaya çıkar. Bu beden aynı zamanda ailesinde ve çevresinde sevilen ve yokluğu büyük bir boşluk bırakacak, sosyal bir bireye de aittir. İşte ölüm törenlerinin amacı hem bedeni hızlı bir şekilde görünür olmaktan çıkarmak; hem de değer verilen sosyal kimliğini onurlandırmaktır. Hindu inancına göre ruhun bedenden özgürleşmesi için bedenin yakılması gerekir. Ateşin temizleyici ve arındırıcı bir gücü olduğuna inanılır. Bedenden geriye kalan küller, kutsal olduğuna inanılan bir nehre atılır ve ruhun, daha önce ölmüş atalarının bulunduğu makama gönderilmesi için bazı törenler yapılır. Bu törenlerin amacı ruha rehberlik yapmak ve dünyada kalmasını engellemektir. Ruh, atalar katına ulaştıktan sonra orada karşı karşıya kalacağı değerlendirme, dünyadaki yaşamını nasıl geçirdiği hakkında olacak ve buna göre de yeni bir bedende, daha iyi veya daha zorlu şartları deneyimlemek üzere yeniden doğacaktır. Eğer son yaşamında tekâmülünü tamamlamışsa ve yeniden doğarak bir yaşam sınavından daha geçmesine gerek yoksa, yaratıcı enerjiye karışarak bu zorlu 'ölüm doğum çemberinden' kurtulacaktır. Yakma töreninden sonra, ölünün ruhunu onurlandıran ritüeller bir yıl boyunca devam eder. Aile bu sırada yastadır ve bir yıl boyunca düğünler, festivaller ve bayramlara katılmaz. Ailede evlilik töreni düzenlenmez. Aile normal yaşamına bir yılın sonunda dönebilir. Türk geleneklerinde de ölümden sonra ruha yolculuğunda yardımcı olabilmek için çok sayıda dini tören düzenlenir. Belli günlerde hatim indirilir ve çok sayıda dua, ölünün ruhuna hediye edilir. Mezarı ziyaret edilir ve manevi varlığı her zaman ailenin içinde yaşamaya devam eder. Ölen aile üyesi asla unutulmaz ve hatırası canlı tutulur. Törenler arasında farklılık olsa da, ölen kişinin ruhuna duyulan saygı ve bu saygı nedeniyle düzenlenen törenlere emek ve zaman ayırma açısından Türk ve Hint kültürleri arasında çok önemli benzerlikler vardır.       

Türkiye’den Hindistan’a bir gelenek armağan etme şansın olsa, sence Hindistan’a hangi geleneğimiz çok yakışırdı?

 

 Hindistan'da sabah kahvaltısı geleneği bizden çok farklıdır. Genelde sabah mutfakta taze pişirilen, baharat soslu ve karışık sebze yemeklerine eşlik eden taze ekmekler yenilir. Peynir kahvaltıda değil de, diğer öğünlerde sıcak yemeklerin içine katılarak tüketilir. Örneğin ıspanak püresi ve taze küp peynirlerle pişirilen 'palak paneer' isminde harika bir yemek vardır. Kahvaltı geleneği, genelde havanın çok sıcak olması ve eskiden saklama şartlarının iyi olmaması nedeniyle böyle gelişmiştir. Soğuk ortamda tutulmazsa çabuk bozulacak çeşitli peynirleri buzdolabında saklama olanağı artık var. Hindistan'a kahvaltı geleneğimizi armağan etmek isterdim. Lezzetli peynirler eşliğinde yapılacak taze ve serin bir kahvaltı gibisi yok. 

 

Hindistan’dan, Türkiye’ye bir gelenek armağan etme şansın olsa, sence Türkiye’ye hangi Hint geleneği çok yakışırdı?

 

Hindistan'da çok sevdiğim geleneklerin başında ailelerin, nesillerdir alışveriş yaptığı esnaftan alışveriş yapmaya devam etmeleri ve yerel esnafın, küresel büyük markalar karşısında yok olmamasını sağlamaları var. Bu nedenle de Hindistan'da Delhi, Mumbai, Chennai gibi büyük şehirler dışındaki şehirlerde alışveriş merkezi bulabilmek çok zordur. Terziler, ayakkabı tamircileri, ev eşyası üreten mobilyacılar, kumaşçılar, oyuncak esnafı gibi çok sayıda işletme var olmaya devam eder. İnsanlar yıllardır tanıyıp güvendiği bu kişilerden alışveriş yapar. Türkiye'de bu geleneğin yok olmasından ve küçük esnafın görünür olmaktan çıkmasından büyük üzüntü duyuyorum. Geleneğimizde var olan bu alışkanlığı yaşatmamız gerektiğine inanıyorum. 
    

 

Son olarak, okurlarımıza ilmik ilmik işlediğin deneyimlerin ışığında, mesajların nelerdir?

 

Dünyayı anlamak için gezmek ve bir kültürü, yaşandığı yerde gözlemlemek çok önemlidir. İnsanları ve yaşamlarını tanıdıkça ve direk iletişim kurdukça birbirimizi daha iyi anlarız ve farklılıkları zenginlik olarak görmeye başlarız. Bu nedenle, pandemi bittikten ve güvenli yolculuk şartları oluştuktan sonra herkese olanakları çerçevesinde seyahat etmelerini tavsiye ederim. Temel ihtiyaçlarımızı sağladıktan sonra yapılacak yatırım, asla kullanmayacağımız gereksiz eşyalara değil deneyimlere ve ileride gülümseyerek hatırlanacak anılara olmalıdır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zirvekibris.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.