Atakom
Serena
girne belediyse
MERIT
Dilek Orhan
Köşe Yazarı
Dilek Orhan
 

Erdinç’in Mucizevi Hikayesi

Zor zamanlardayız malum. Kim bilir hangi hanelerde, nasıl trajediler yaşanıyor? Bir yandan da kimbilir hangi hanelerde, ufacık tefecik konulara can sıkılıp, kıymetli nefesler heba ediliyor.? Şimdi size her satırı gerçek bir hikaye anlatacağım. Hikayemin kahramanı Erdinç Yumuşak. Mevlana’nın “ sendeki derdi dert sanma, o derdi nimet sananlar var” ın ispatı vücut bulmuş hallerinden biri. Acı dolu yaşanmışlıklarına rağmen, pes etmeden, savaşmadan, azimli bir teslimiyetle yazıyı okuyacak olan herkese ilham verecek, yollarına ışık tutacak genç bir adam. Buyurunuz başlayalım. Erdinç, Adana’nın kavurucu sıcaklarının zirvede olduğu bir tarihte; 21 Temmuz 1983’de hayata “merhaba” der. Çekirdek ailenin dördüncü ferdi olur. Annesinin adı Semra, ağabeyinin adı Ercüment’tir. Erdinç 10 yaşına kadar hem maddi hem de manevi açıdan huzurlu yıllar geçirir. Erdinç’in o döneme ait hatırladığı en güzel anısı, 6 yaşında dört tekerlekli bisikletinin alındığı andır. Sonra üç tekerlekli ve nihayet iki tekerlekli bisiklete binmek çocukluğunun gülümseyen yüzüdür. Erdinç 10 yaşındayken, o evde, sevgi sözcükleri yerine, iflas eden babasının ortaya saçtığı öfke hakim olur. Kendi iş yeri olan ve kendi hatası yüzünden iflas eden baba artık tanıyamadıkları biri olarak o evin içinde yaşamaktadır. Gün boyu at yarışlarını izleyip, patronluktan sonra bir başkasının yanında çalışmayı kabul etmediği için işsizdir. Erdinç’in 10 yaşından sonraki anıları; bir zeytini üçe bölerek yediği, çeşit olsun diye zeytini sarımsak ezeceği ile ezme yaptığı, zaman zaman yokluktan ötürü aç kaldığı, faturası ödemediği için kesilen elektrik yüzünden soğuk kış gecelerini battaniyeye sarılarak geçirdiği anlar vardır. Semra, böylesi kış gecelerinde. İki oğlunun kulaklarıma ponponlu kulaklık geçirip, onları eğlendirmeye çalışsa da Erdinç teslimiyet ile her şeyin farkındadır. Ödenmeyen ev kirası yüzünden, satıp, taşındıkları ev, sadece satılan bir ev değil, aslında Erdinç’in bir daha hiç yaşayamayacağı çocukluğuna vedasıdır.  Yeni taşındıkları ve Erdinç’in hiç bir zaman sevmediği evde hayat aynı zorluklarla devam ederken, Erdinç 15 yaşına gelmiştir. Her şeye rağmen çok başarılı bir öğrencidir. Bir gün, futbol oynayıp eve geldiğinde, annesi sol bacağının arkasında bir şişlik görür. Dokunur, çok serttir. Hiç ağrısı yoktur.  Futbol oynarken olduğunu düşünür. Bir hafta geçmesine rağmen, şişlik geçmeyince anne oğul Adana Devlet Hastanesi’ne giderler. Erdinç’in anlamakta zorluk çektiği kadar çok tetkik yapılır. Semra, dirayetli durmakta, Erdinç’e bir şey söylememektedir. Bir gün hastanede camdan dışarıyı seyrederken Annesine, birisinin ne olduğunu sorduğunu ve cevabın “kitle” olduğunu duyar. Erdinç için kitle eşittir kanserdir. Haklı çıkar. Erdinç kemik kanseridir ve ameliyatı yapacak olan uzman doktor iki buçuk ay sonra gelecektir. Dile kolay gelen iki buçuk ay, Erdinç, Semra ve Ercüment için ağır bir sabır sınavıdır. Nihayet Prof. Dr. Serdar Özbarlas gelir, Erdinç’i karşısına alır. Zorlu bir ameliyat olacağını, sol bacağını kaybetme riskinin olduğunu, kitle damara yapışık değilse protez takılacak şekilde bacağını kurtarmak için elinden geleceğini yapacağını söyler. Doktor çok yoğundur ve ameliyat yapabileceği tek gün 21 Temmuz, yani, Erdinç’in doğum günüdür. İçinde fırtınalar kopan Erdinç hiç sesini çıkarmaz, ta ki 21 Temmuz sabahı tam anestezi verileceği ana kadar. Doktoruna “bugün benim doğum günüm” der ve sonrasını hatırlamaz. Tekrar gözünü açtığında, hastane odasındadır. Annesine ilk sorusu, “bacağım duruyor mu?” olur. Semra “ameliyat dokuz saat sürdü, çok şükür bacağın duruyor ama doktorunun göz akları kıpkırmızı, beyazı görünmüyor” der. Belli ki önce insan, sonra doktor olan güvenle kendini teslim ettiği Serdar Özbarlas doğum gününde Erdinç’i sol bacağından etmemek için olağan üstü çaba göstermiştir. Erdinç üç ay sırt üstü yatar. Annesi onu pamuklara sarıp, sarmalar ve vücudunda tek bir yara bile açılmaz. Erdinç okulunda o yılı dondurmuştur. Çünkü 6 ay sürecek çok ağır bir kemoterapi süreci onu beklemektedir. Bu zaman içerisinde 18 yaşına gelen Ercüment fırında çalışmaya başlamış, aileye biraz nefes aldırmıştır. Ercüment, hem çalışır, hem de Semra’ya ve Ercüment’e manen destek olur, babası at yarışı izlerken... Bu destek, çok önemlidir, çünkü, o dönem kemoterapi yan etkileri ile Ercüment tanınamaz hale gelmiştir. Aylar sonra, Erdinç’e protez takılır. Sol bacağındaki protez ile uyum sağlamaya çalışan Erdinç ızdırap çemberi misali acılara dayanır. Kolay değildir hemen yürümek. Bir gün koltuk değnekleri ile ayakta durmaya çalışırken, ne olduğunu anlamadan yüzüstü yere düşer ve  “çat” diye bir ses duyar. İlk mucize o gün, bu düşüş gelir. Önce bacağında karıncalanma başlar, ardından da sevinç çığlıkları eşliğinde ilk adımlar gelir. Erdinç, bir yıl geriden koltuk değnekleri ile okula gitmeye başlar. Orada onu hastalığı kadar yoracak bir dizi kabus bekliyordur. Hala çok yakın arkadaşı olan, çantasını taşıyan Selçuk  dışında, tüm arkadaşlarının, engelli olduğu için ağır psikolojik şiddetine maruz kalır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi okul müdürü bir gün koltuk değnekleri ile zorlukla ayakta kalmaya çalışan Erdinç’i hiç bir sebep olmaksızın, tokatlar. Fazladır, çok fazla.. Erdinç iki buçuk ay okula gitmez, kendisini odasına kapatır ve yemin eder. Seneye okula koltuk değneksiz gidecektir. Okul açılmadan bir gün önce, yine bir mucize olur, koltuk değneksiz yürümeye başlar. Yürürken çok acı çekmesine rağmen, gururla okuluna gider. Gururun yanına, yine hüzün eklenir. Çünkü, arkadaşları, ötekileştiren bakışları ile ona bakıp, “geçmiş olsun” bile demezler. Erdinç tüm bu yaşanmışlıklarının üzerine üniversiteye gitmeme kararı alır, yüksek not ortalamasına rağmen. Bu süreçte, lise birde 1.80 cm olan boyu 1.90 cm olmuş ve protezi kısalmıştır. Yine zorlu bir ameliyat onu bekliyordur, tıpkı o an bilmediği ama onu bekleyen diğer 10 ameliyat gibi..  Bu ameliyatların önemli bir bölümünü artık dekan olan Prof. Dr. Serdar Özbarlas’ın emaneti olarak Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci ve Dr. Akif Miroğlu yaparlar. Hocalarının emanetine gözleri gibi bakarlar. Tüm bu zorlukları yaşarken onu hayata sımsıkı bağlayan annesi, ağabeyi ve kendisi gibi kanser olan çocuklara yardım etmek hayalidir. Hastalığının tanısının konmasının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Serdar Hoca Semra ve Erdinç’e müjdeyi verir. “Bu hastalıkta bir ilk. Beş yılı tamamladın ve kanser hücrelerin tamamen temizlendi. İzniniz olursa senin adınla Çukurova Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’nde bu vakayı literatüre geçireceğim.”  der. Yine bir mucize olmuştur. Erdinç sevinçten havalara uçar. O sırada birden gözünün önüne babası gelir ve iki yıl önceye gider. Babasının karşısında koltuk değnekleri ile dururken, kulaklarında o cümle yankılanır. “Seni ben sakatlamadım, artık 18 yaşındasın, çalışıp, paranı kazanacaksın.” Sessizce gülümser, annesine minnetle bakarak.. Çünkü, o cümlenin edildiği günden sonra Semra, çocuk bakmaya ve para kazanmaya başlamıştır. Mucizenin adı artık Erdinç’tir. Kanser, bir daha asla geri dönmeyecek şekilde gitmiştir. Erdinç hayalinin peşinden koşmaya başlar. Gittiği bir engelli kampından ilham alarak, kanserli çocuklar için etkinlik projelendirir. Bu projeyi sosyal medyada, yazılı ve görsel basında anlatır, anlatır, bıkıp, usanmadan. Beş arkadaş olarak imza attıkları projeye, destek yağmuru başlar. Erdinç hayalini gerçekleştirmiştir. Yıllar koşarken hastalığının üzerinden tam 21 yıl geçer. Bu süreçte, Erdinç 12 ameliyatı sağlıkla geride bırakır, geliri yüksek işi olan genç bir adam olarak işe başlar, annesi eksik gün ödemelerini yaparak, emekliye ayrılır, kocasından boşanır, Ercüment evlenir ve Almanya’da yeni bir hayat kurar. Erdinç işinden memnundur, lise mezuniyetinden 7 yıl sonra girdiği üniversite sınavında yüksek puan almasına rağmen, babasının “maceraya gerek yok, gidemezsin” dediği için tercih bile yapmamıştır. Diploma eksikliğini başlarda hissetse de işinde sağladığı başarı, bu eksiklik duygusunu kapatır. Semra ve Erdinç, hayallerindeki gibi ferah bir evde huzurla yaşarken yeni bir sınav daha başlar. 11 kez revize ameliyatı yapılan sol bacağının kemiğinde yine sorun çıkar. Revizesi mümkün değildir. Azimli teslimiyetle yol alan Erdinç hayatının en zor kararını verir. Artık ameliyatları, soğuk yüzlü hastane odalarını, yeniden yeniden aynı acıları yaşamak istemez ve sol bacağından vaz geçer. Yine 21.. Ameliyat için tam 21 gün sonraya gün verirler. Ah o 21 gün! Tüm yaşanmışlıklarının en zor günleridir sanki.. Her gün ağlayarak, sol eli ile sol ayağını sever. Günler boyunca sol ayağının baş parmağı ile konuşur. Vedalaşır. Ameliyattan çıktıktan sonra bütün kemik yapısının deforme olduğunu, mucize gibi bulunan yeni kanala sol bacağı olacak protezin uyumlanabileceğini öğrenir. Kesilen sol bacağını toprağa gömmez, tıp fakültesi öğrencileri araştırma yapsın diye üniversiteye bağışlar. Erdinç, zorlukları, duygularını özgürce paylaşır. Ağlayarak içini döktüğü videolarına gelen destek mesajları Erdinç’e şifa olur.  Erdinç şimdi 37 yaşında..Hayata umutla bakıyor. Artık zarar görecek diye korktuğu sol bacağı olmadığı için yeniden başladığı sporunu aksatmıyor, yüzüyor. Koşabileceği, bisiklete bineceği yeni protezini heyecanla bekliyor. Sonra gelsin bisiklet ile dünya turu.. Kendini, kendinden yeniden doğuran genç adamın hikayesi asıl şimdi başlıyor. İlham vererek, umut olarak, yolları karanlıklaşanlara ışık olarak.. Yolun açık, yarınların aydınlık olsun Sevgili Erdinç, nam-ı diğer MUCİZE
Ekleme Tarihi: 17 Mayıs 2021 - Pazartesi

Erdinç’in Mucizevi Hikayesi

Zor zamanlardayız malum. Kim bilir hangi hanelerde, nasıl trajediler yaşanıyor? Bir yandan da kimbilir hangi hanelerde, ufacık tefecik konulara can sıkılıp, kıymetli nefesler heba ediliyor.? Şimdi size her satırı gerçek bir hikaye anlatacağım. Hikayemin kahramanı Erdinç Yumuşak. Mevlana’nın “ sendeki derdi dert sanma, o derdi nimet sananlar var” ın ispatı vücut bulmuş hallerinden biri. Acı dolu yaşanmışlıklarına rağmen, pes etmeden, savaşmadan, azimli bir teslimiyetle yazıyı okuyacak olan herkese ilham verecek, yollarına ışık tutacak genç bir adam. Buyurunuz başlayalım.

Erdinç, Adana’nın kavurucu sıcaklarının zirvede olduğu bir tarihte; 21 Temmuz 1983’de hayata “merhaba” der. Çekirdek ailenin dördüncü ferdi olur. Annesinin adı Semra, ağabeyinin adı Ercüment’tir. Erdinç 10 yaşına kadar hem maddi hem de manevi açıdan huzurlu yıllar geçirir. Erdinç’in o döneme ait hatırladığı en güzel anısı, 6 yaşında dört tekerlekli bisikletinin alındığı andır. Sonra üç tekerlekli ve nihayet iki tekerlekli bisiklete binmek çocukluğunun gülümseyen yüzüdür. Erdinç 10 yaşındayken, o evde, sevgi sözcükleri yerine, iflas eden babasının ortaya saçtığı öfke hakim olur. Kendi iş yeri olan ve kendi hatası yüzünden iflas eden baba artık tanıyamadıkları biri olarak o evin içinde yaşamaktadır. Gün boyu at yarışlarını izleyip, patronluktan sonra bir başkasının yanında çalışmayı kabul etmediği için işsizdir. Erdinç’in 10 yaşından sonraki anıları; bir zeytini üçe bölerek yediği, çeşit olsun diye zeytini sarımsak ezeceği ile ezme yaptığı, zaman zaman yokluktan ötürü aç kaldığı, faturası ödemediği için kesilen elektrik yüzünden soğuk kış gecelerini battaniyeye sarılarak geçirdiği anlar vardır. Semra, böylesi kış gecelerinde. İki oğlunun kulaklarıma ponponlu kulaklık geçirip, onları eğlendirmeye çalışsa da Erdinç teslimiyet ile her şeyin farkındadır. Ödenmeyen ev kirası yüzünden, satıp, taşındıkları ev, sadece satılan bir ev değil, aslında Erdinç’in bir daha hiç yaşayamayacağı çocukluğuna vedasıdır.  Yeni taşındıkları ve Erdinç’in hiç bir zaman sevmediği evde hayat aynı zorluklarla devam ederken, Erdinç 15 yaşına gelmiştir. Her şeye rağmen çok başarılı bir öğrencidir. Bir gün, futbol oynayıp eve geldiğinde, annesi sol bacağının arkasında bir şişlik görür. Dokunur, çok serttir. Hiç ağrısı yoktur.  Futbol oynarken olduğunu düşünür. Bir hafta geçmesine rağmen, şişlik geçmeyince anne oğul Adana Devlet Hastanesi’ne giderler. Erdinç’in anlamakta zorluk çektiği kadar çok tetkik yapılır. Semra, dirayetli durmakta, Erdinç’e bir şey söylememektedir. Bir gün hastanede camdan dışarıyı seyrederken Annesine, birisinin ne olduğunu sorduğunu ve cevabın “kitle” olduğunu duyar. Erdinç için kitle eşittir kanserdir. Haklı çıkar. Erdinç kemik kanseridir ve ameliyatı yapacak olan uzman doktor iki buçuk ay sonra gelecektir. Dile kolay gelen iki buçuk ay, Erdinç, Semra ve Ercüment için ağır bir sabır sınavıdır. Nihayet Prof. Dr. Serdar Özbarlas gelir, Erdinç’i karşısına alır. Zorlu bir ameliyat olacağını, sol bacağını kaybetme riskinin olduğunu, kitle damara yapışık değilse protez takılacak şekilde bacağını kurtarmak için elinden geleceğini yapacağını söyler. Doktor çok yoğundur ve ameliyat yapabileceği tek gün 21 Temmuz, yani, Erdinç’in doğum günüdür. İçinde fırtınalar kopan Erdinç hiç sesini çıkarmaz, ta ki 21 Temmuz sabahı tam anestezi verileceği ana kadar. Doktoruna “bugün benim doğum günüm” der ve sonrasını hatırlamaz. Tekrar gözünü açtığında, hastane odasındadır. Annesine ilk sorusu, “bacağım duruyor mu?” olur. Semra “ameliyat dokuz saat sürdü, çok şükür bacağın duruyor ama doktorunun göz akları kıpkırmızı, beyazı görünmüyor” der. Belli ki önce insan, sonra doktor olan güvenle kendini teslim ettiği Serdar Özbarlas doğum gününde Erdinç’i sol bacağından etmemek için olağan üstü çaba göstermiştir. Erdinç üç ay sırt üstü yatar. Annesi onu pamuklara sarıp, sarmalar ve vücudunda tek bir yara bile açılmaz. Erdinç okulunda o yılı dondurmuştur. Çünkü 6 ay sürecek çok ağır bir kemoterapi süreci onu beklemektedir. Bu zaman içerisinde 18 yaşına gelen Ercüment fırında çalışmaya başlamış, aileye biraz nefes aldırmıştır. Ercüment, hem çalışır, hem de Semra’ya ve Ercüment’e manen destek olur, babası at yarışı izlerken... Bu destek, çok önemlidir, çünkü, o dönem kemoterapi yan etkileri ile Ercüment tanınamaz hale gelmiştir.

Aylar sonra, Erdinç’e protez takılır. Sol bacağındaki protez ile uyum sağlamaya çalışan Erdinç ızdırap çemberi misali acılara dayanır. Kolay değildir hemen yürümek. Bir gün koltuk değnekleri ile ayakta durmaya çalışırken, ne olduğunu anlamadan yüzüstü yere düşer ve  “çat” diye bir ses duyar. İlk mucize o gün, bu düşüş gelir. Önce bacağında karıncalanma başlar, ardından da sevinç çığlıkları eşliğinde ilk adımlar gelir. Erdinç, bir yıl geriden koltuk değnekleri ile okula gitmeye başlar. Orada onu hastalığı kadar yoracak bir dizi kabus bekliyordur. Hala çok yakın arkadaşı olan, çantasını taşıyan Selçuk  dışında, tüm arkadaşlarının, engelli olduğu için ağır psikolojik şiddetine maruz kalır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi okul müdürü bir gün koltuk değnekleri ile zorlukla ayakta kalmaya çalışan Erdinç’i hiç bir sebep olmaksızın, tokatlar. Fazladır, çok fazla.. Erdinç iki buçuk ay okula gitmez, kendisini odasına kapatır ve yemin eder. Seneye okula koltuk değneksiz gidecektir. Okul açılmadan bir gün önce, yine bir mucize olur, koltuk değneksiz yürümeye başlar. Yürürken çok acı çekmesine rağmen, gururla okuluna gider. Gururun yanına, yine hüzün eklenir. Çünkü, arkadaşları, ötekileştiren bakışları ile ona bakıp, “geçmiş olsun” bile demezler. Erdinç tüm bu yaşanmışlıklarının üzerine üniversiteye gitmeme kararı alır, yüksek not ortalamasına rağmen. Bu süreçte, lise birde 1.80 cm olan boyu 1.90 cm olmuş ve protezi kısalmıştır. Yine zorlu bir ameliyat onu bekliyordur, tıpkı o an bilmediği ama onu bekleyen diğer 10 ameliyat gibi.. 

Bu ameliyatların önemli bir bölümünü artık dekan olan Prof. Dr. Serdar Özbarlas’ın emaneti olarak Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci ve Dr. Akif Miroğlu yaparlar. Hocalarının emanetine gözleri gibi bakarlar. Tüm bu zorlukları yaşarken onu hayata sımsıkı bağlayan annesi, ağabeyi ve kendisi gibi kanser olan çocuklara yardım etmek hayalidir. Hastalığının tanısının konmasının üzerinden beş yıl geçtikten sonra Serdar Hoca Semra ve Erdinç’e müjdeyi verir. “Bu hastalıkta bir ilk. Beş yılı tamamladın ve kanser hücrelerin tamamen temizlendi. İzniniz olursa senin adınla Çukurova Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’nde bu vakayı literatüre geçireceğim.”  der. Yine bir mucize olmuştur. Erdinç sevinçten havalara uçar. O sırada birden gözünün önüne babası gelir ve iki yıl önceye gider. Babasının karşısında koltuk değnekleri ile dururken, kulaklarında o cümle yankılanır. “Seni ben sakatlamadım, artık 18 yaşındasın, çalışıp, paranı kazanacaksın.” Sessizce gülümser, annesine minnetle bakarak.. Çünkü, o cümlenin edildiği günden sonra Semra, çocuk bakmaya ve para kazanmaya başlamıştır. Mucizenin adı artık Erdinç’tir. Kanser, bir daha asla geri dönmeyecek şekilde gitmiştir. Erdinç hayalinin peşinden koşmaya başlar. Gittiği bir engelli kampından ilham alarak, kanserli çocuklar için etkinlik projelendirir. Bu projeyi sosyal medyada, yazılı ve görsel basında anlatır, anlatır, bıkıp, usanmadan. Beş arkadaş olarak imza attıkları projeye, destek yağmuru başlar. Erdinç hayalini gerçekleştirmiştir. Yıllar koşarken hastalığının üzerinden tam 21 yıl geçer. Bu süreçte, Erdinç 12 ameliyatı sağlıkla geride bırakır, geliri yüksek işi olan genç bir adam olarak işe başlar, annesi eksik gün ödemelerini yaparak, emekliye ayrılır, kocasından boşanır, Ercüment evlenir ve Almanya’da yeni bir hayat kurar. Erdinç işinden memnundur, lise mezuniyetinden 7 yıl sonra girdiği üniversite sınavında yüksek puan almasına rağmen, babasının “maceraya gerek yok, gidemezsin” dediği için tercih bile yapmamıştır. Diploma eksikliğini başlarda hissetse de işinde sağladığı başarı, bu eksiklik duygusunu kapatır. Semra ve Erdinç, hayallerindeki gibi ferah bir evde huzurla yaşarken yeni bir sınav daha başlar. 11 kez revize ameliyatı yapılan sol bacağının kemiğinde yine sorun çıkar. Revizesi mümkün değildir. Azimli teslimiyetle yol alan Erdinç hayatının en zor kararını verir. Artık ameliyatları, soğuk yüzlü hastane odalarını, yeniden yeniden aynı acıları yaşamak istemez ve sol bacağından vaz geçer. Yine 21.. Ameliyat için tam 21 gün sonraya gün verirler. Ah o 21 gün! Tüm yaşanmışlıklarının en zor günleridir sanki.. Her gün ağlayarak, sol eli ile sol ayağını sever. Günler boyunca sol ayağının baş parmağı ile konuşur. Vedalaşır. Ameliyattan çıktıktan sonra bütün kemik yapısının deforme olduğunu, mucize gibi bulunan yeni kanala sol bacağı olacak protezin uyumlanabileceğini öğrenir. Kesilen sol bacağını toprağa gömmez, tıp fakültesi öğrencileri araştırma yapsın diye üniversiteye bağışlar.


Erdinç, zorlukları, duygularını özgürce paylaşır. Ağlayarak içini döktüğü videolarına gelen destek mesajları Erdinç’e şifa olur. 

Erdinç şimdi 37 yaşında..Hayata umutla bakıyor. Artık zarar görecek diye korktuğu sol bacağı olmadığı için yeniden başladığı sporunu aksatmıyor, yüzüyor.

Koşabileceği, bisiklete bineceği yeni protezini heyecanla bekliyor. Sonra gelsin bisiklet ile dünya turu..

Kendini, kendinden yeniden doğuran genç adamın hikayesi asıl şimdi başlıyor. İlham vererek, umut olarak, yolları karanlıklaşanlara ışık olarak..
Yolun açık, yarınların aydınlık olsun Sevgili Erdinç, nam-ı diğer MUCİZE

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zirvekibris.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.