"Bu saatten sonra Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını kimse kolay kolay ellerinden alamaz"
"Bu saatten sonra Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını kimse kolay kolay ellerinden alamaz"
Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay, New York'ta KKTC saati ile 02:00'de yapılacak olan gayrı resmi üçlü görüşme öncesi, sosyal medya hesabından açıklama yaptı.
Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay'ın açıklaması şöyle:
"Bu akşam New York’ta yapılacak olan gayrı resmi üçlü görüşme aslında belirli bir gündemle yapılmıyor olsa da ÖNEMLİDİR ve bazı açılardan OLUMLU bir atmosfere imkan sağlayabilir. Son dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında yoğunlaşan diyalog süreci ve yaklaşan ABD seçimleri de dikkate alındığında gayrı resmi de olsa, taraflar arasında ortak bir zemin bulunmuyorsa da bu görüşme yakından takip edilmesi gereken bir görüşmedir. Kaldı ki Garantörlerin de katılımıyla yapılması muhtemel 4+1 görüşmesinin modalitesi ve içeriği de bu akşamki görüşmede muhtemelen ele alınacaktır. Bu çerçevede geçen hafta yazdığım ama Meclis’te yaşanan ve halen daha çözülememiş olan siyasi krizin domine ettiği gündem nedeniyle paylaşmaktan vazgeçtiğim bir değerlendirmeyi bu akşam paylaşmak istedim.
Türk tarafının İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM derken tam olarak neyi kastediyor olduğu net değildir, en azından farklı taraflarca farklı şekilde anlaşılmaktadır, yorumlanmaktadır. Bu konu açıklığa kavuşturulmadığı, ortaya konulan bu politikanın altı henüz doldurulmadığı için de konunun Kıbrıs Rum liderliği tarafından istismar edilmesine imkan yaratılmış olmaktadır. Üstelik biraz da bu belirsizlik nedeniyle “bu politika hayata geçer iki devletli çözüm olursa Kıbrıslı Türkler AB vatandaşlıklarını yitirecekler” bile denilmektedir. Oysa Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını değil herhangi bir çözüm, mevcut statüko bile ellerinden alamamıştır, bu saatten sonra da birey olarak Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını kimse kolay kolay ellerinden alamaz. Neden böyle düşünüyor olduğumu biraz aşağıda açıklamaya çalışacağım. Bu akşam yapılacak olan gayri resmi üçlü görüşmeyi Kıbrıs Türk tarafının bu konuyu NETLEŞTİRMEK İÇİN BİR FIRSATA ÇEVİRMESİ, pozisyonunu (özellikle Cenevre’de ortaya koyduğu ve sonra unutulan bazı unsurları) hem görüşme sırasında hem de görüşme ertesinde basına yapılacak olası bir açıklamada anlaşılır şekilde izah etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama önce iki devletli çözümün neden net olmadığını ve nasıl anlaşıldığını kısaca bir ele almaya çalışalım:
1) İki devletli çözüm politikasının bir müzakere sürecini, bir al-veri içerip içermediği bugüne kadar net şekilde ortaya konulmadığı için bir kesim iki devletli çözüm sözünü “KKTC bugün olduğu şekliyle kalacak, aynı toprak ve aynı mülkiyet yapısıyla devam edecek, Rum tarafına herhangi bir şey verilmeyecek ve KKTC olarak tanınacak, böylece Kıbrıs adasında iki devlet yan yana yaşamaya devam edecek” şeklinde anlamaktadır. Yani “önce KKTC tanınmalıdır, sonra da bakarız!”. Kuşkusuz Sayın Erdoğan’ın BM Genel Kurul konuşmasında dünyaya “KKTC’yi tanıyın” çağrısı yapması da iki devletli çözüm politikasının bu şekilde algılanmasını daha da güçlendirmektedir. Oysa eğer iki devletli çözüm derken Türk tarafının kastı buysa bu pozisyon “müzakereye açık olmayan, al ver içermeyen” ve statükonun devamından yana bir pozisyon anlamı taşır. Kıbrıs’ta çözüm ne olursa olsun HER İKİ TARAFIN DA RIZASINI içermelidir. Bunun haricindeki bir sonuç taraflardan birinin kendi ideal çözümünü HİÇ BİR ŞEY VERMEDEN diğer tarafa EMPOZE ETMESİ anlamı taşır ki bugünün şartlarında ve konjonktüründe bu mümkün değildir. Nasıl ki hiçbir hal ve şartta Rum tarafı üniter bir devleti ya da Kıbrıs Türkünü azınlık haline getirecek bir yapıyı bize empoze edemez, biz de mevcut statükoyu aynen yasallaştıracak şekilde KKTC’nin tanınmasını Rum tarafına empoze edemeyiz. İki devletli çözümden kastedilen buysa dünyanın bunu “çözümsüzlük politikası”, “statükonun devamını savunan politika” olarak algılaması normaldir ve Türk tarafının politikasındaki muğlaklık netleştirilmediği sürece de Kıbrıs Rum liderliği bunu uluslararası alanda bu şekilde aktarmayı ve aleyhimize kullanmayı sürdürecektir. Yabancı Büyükelçilerle ve diğer diplomatlarla zaman zaman yaptığımız görüşmelerde iki devletli çözümün bu şekilde anlaşılmakta olduğunu söylemem lazım.
2) İki devletli çözüm politikasının resmi olarak ortaya konulan belgelere göre ne anlama geldiğine bakacak olursak sanırım bu konuda esas almamız gereken şey 2021 yılında Cenevre’de Türk tarafının masaya koyduğu 6 maddelik öneridir. Nisan 2021’de masaya konulan ve “iki devletli çözüm” olarak özetlenen 6 maddelik öneri aslında iki bölümden oluşmaktaydı: Birincisi resmi müzakerelerin başlayabilmesi için bir ÖN ŞART, ikincisi ise içerik ve müzakerenin nasıl yapılacağı. O tarihte ortaya konulan ön şart neydi peki? “BM Genel Sekreteri bir inisiyatif alacak, BM Güvenlik Konseyi bir karar alacak ve iki tarafın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsü güvence altına alınacak”. Bu yapılmadığı sürece müzakereler başlamayacak. O tarihte Cumhuriyet Meclisi’nde yaptığım bir konuşmada Türk tarafının bu önerisini değerlendirmiş ve “bu ön şart bir pazarlık marjı olarak konulmuş olmalı, her halde bir aşamada kaldırılacak veya yumuşatılacaktır çünkü böyle bir ön şart olduğu sürece “Rum liderliği hade gelin iki devletli çözümü müzakere edelim dese bile kendi ön şartımız nedeniyle müzakere edemeyiz” diye eleştirmiştim. Gerçekten de BM Genel Sekreteri’nin son üç yılda bu yönde bir adım atmadığı ve yakın gelecekte de Güvenlik Konseyi’nden bu yönde bir karar çıkarmak için inisiyatif üstlenmeyeceği çok açıktır. Hal böyleyken tam da tahmin ettiğimiz üzere bahse konu ön şart konusunda BİR YUMUŞAMA gelmiştir. Kısa süre önce Kıbrıs Türk tarafı BM’den “egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü” konusunda bir karar gelmeden de eğer “3 D” (Doğrudan uçuş, Doğrudan ticaret ve Doğrudan temas) konusunda açılım yapılırsa o zaman müzakerelerin başlayabileceğini ima etmeye başlamıştır. Burada düşünce muhtemelen “eğer bu üç D konusunda açılım olursa bizim egemen eşitliğimiz ve eşit uluslararası statümüz konusunda bir adım atılmış olunur” şeklindedir. Bu ne kadar anlamlıdır o ayrı konu ancak sonuçta bir esneklik gösterilmiş ama buna rağmen bir sonuç henüz alınmamıştır.
3) Bu ön şartı şimdilik bir kenara koyacak olursak 2021’de Cenevre’de Türk tarafının ortaya koyduğu tezin İÇERİĞİ neydi diye sormamız lazım. İki devletli çözüm o öneride ne anlamda kullanılmıştı? Cenevre’deki 6 maddede İÇERİK olarak şu düşünce yer almıştı: Ön şart yerine geldikten sonra sonuç odaklı ve takvimli olacak şekilde müzakereler bu yeni zeminde (yani her iki tarafın da egemen eşitliği ve eşit statüsü kabul edilmiş olarak, o zeminde) başlayacak ve şu hususlar müzakerelerin odaklanacağı esas müzakere konuları/başlıkları olacaktı: iki bağımsız devlet arasındaki ilişkiler; MÜLKİYET; GÜVENLİK; SINIR DÜZENLEMELERİ ve AB ile ilişkiler. Buradan da görülebileceği üzere Cenevre’de ortaya konulan “iki devletli çözüm” önerisi KKTC’nin bugünkü mülkiyet yapısıyla ya da topraklarıyla AYNEN KALMAYACAĞI bazı şeylerin oturulup MÜZAKERE EDİLECEĞİ ve bir AL-VER olacağı mantığına dayanıyordu. Öneriye göre bir uzlaşma olması durumunda ise Kıbrıs’taki taraflar birbirini KARŞILIKLI OLARAK tanıyacaktı.
4) 2021’de durum bu olmasına rağmen özellikle sayın Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda KKTC’nin tanınması yönünde çağrı yapmasıyla birlikte Kıbrıs Türk tarafı toprak, mülkiyet ve güvenlik konularında bir al-ver olacağını, bir müzakere yapılacağını en azından kamuoyunda artık DİLE GETİRMEMEYE başladı. Doğal olarak Cenevre’de ortaya konulan müzakerenin ön şartı, yani “egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü”nün kabulü de KKTC’NİN TANINMASI ÖN ŞARTI şeklinde algılandı ve giderek yerleşti. Kaldı ki Kıbrıs Türk tarafı “egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü”nün kabul edilmesinin tam olarak ne anlama geldiğini de en azından kamuoyuna yaptığı açıklamalarda bugüne kadar hep muğlak bıraktı ve netleştirmedi. Kapalı kapılar ardında diplomatlarla görüşmede bu konuda yakın zamana kadar hangi temelde açıklama yapıldı bilmiyorum ama anlaşılan o ki artık o şart 3 D halini aldı ve orada, resmi görüşmelere geçmenin ön şartı olarak duruyor. Oysa Kıbrıs Türk tarafının BİR AŞAMADA özellikle ön şart aşıldıktan ve müzakerelere başladıktan sonra İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM’den toprak ve mülkiyette ve de güvenlikte bir MÜZAKERE YAPMAYA HAZIR OLDUĞU en azından 2021’de netti. Kıbrıs Türk tarafının bu konuyu 2021’de verdiği öneride kağıt üzerinde bırakması ve sonradan çözüm iki devletli olacaksa da bunun KKTC’nin mevcut toprak, güvenlik ve mülkiyet yapısıyla aynen devam ETMEYECEĞİNİ net şekilde dillendirmemesi genel anlamda aleyhimize bir durum ortaya çıkardı diye düşünüyorum. Çünkü Kıbrıs Rum tarafına kolaylıkla Kıbrıs Türk tarafının pozisyonunu yukarıda tarif ettiğim şekilde, yani “KKTC AYNEN DEVAM EDECEK VE TANINACAK, MEVCUT STATÜKO VE ŞARTLAR RUM TARAFINA EMPOZE EDİLECEK, İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM BUDUR” şeklinde anlatma ve propaganda yapma imkanı verdi. Öte yandan geçtim Kıbrıs Rum liderliğini, Kıbrıs Rum toplumunda da genel bir algı olarak “iki devletli çözüm” denildiğinde bugünkü durumun aynen devamı ve KKTC’nin tanınmasının anlaşıldığı, iki devletli çözüm olursa toprakta, mülkiyette ve güvenlik konularında HİÇ BİR ŞEY ALAMALAYACAKLARI algısının hakim olduğunu görüyorum. Konuştuğum, diyalog kurduğum pek çok Kıbrıslı Rumun algısının bu yönde olduğunu gözlemliyorum. Oysa “iki devletli çözüm” bulunması için bir al ver olacağı, bir müzakere yapılacağı ve bunun sonucunda Kıbrıs Türk tarafı uluslararası hukuka dahil olacak bir devlet sahibi olurken karşılığında Kıbrıs Rum tarafının da toprak, mülkiyet ve güvenlik konularında normal şartlarda federal bir çözümde elde edebileceğinden daha fazlasını elde edebileceğinin mesajı verilmiş olsa Kıbrıs’ta çok farklı bir durumun ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.
5) Normal şartlarda federal bir çözümde elde edebileceğimiz federal yetkiler dışı yetkilerin çok ötesinde bir sonuç olan ayrı devleti elde etmemiz karşılığında bir al verin parçası olarak Rum toplumuna bir açılım yapabileceğimizin mesajını maalesef bu ana kadar vermedik. Belki bilerek belki istemeden çizdiğimiz görüntü bugünkü statükonun devamı, KKTC’nin tanınması ve mevcut haliyle Rum tarafına bunun empoze edilmesi şeklinde oldu. Bu pozisyonun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle Türkiye ile istişare halinde iki devletli çözümden NE ANLADIĞIMIZI, KASTIMIZIN NE OLDUĞUNU netleştirmemiz ve MÜZAKERE EDİLEBİLİR bir şekilde ALTINI DOLDURMAMIZ gerekir diye düşünüyorum. BU akşam yapılacak üçlü görüşme bu açıdan bir fırsata çevrilebilir düşüncesindeyim.
6) Gelelim “iki devletli çözüm olursa Kıbrıslı Türkler AB vatandaşlıklarını kaybedecekler” iddiasına. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: bu iddianın herhangi bir tutar yanı olduğunu düşünmüyorum. Mevcut statüko ve siyasi iradenin KKTC konusundaki ısrarı dahi bireysel olarak Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını ellerinden alamamışken iki devletli çözüm neden ve nasıl olacak da bu hakkı ellerinden alacak diye iddia ediliyor anlamak mümkün değildir. Bir kere iki devletli çözüm KKTC’nin Rum tarafına zorla empoze edilmesi şeklinde değil de tarafların müzakere ederek varacakları bir sonuç olacaksa hiçbir biçimde Kıbrıslı Türkler AB vatandaşlıklarını yitirmezler. Çünkü AB vatandaşlığı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığından gelmektedir ve o da 1960 Antlaşmalarıyla uluslararası statü kazanmış olan Anayasada korunan ve vatandaşlık yasası ile hayat bulan bir haktır. Bir kere AB vatandaşlığı belirli bir coğrafya ile sınırlandırılmış bir şey değildir. Yani AB toprakları dışında yaşamayı seçtiniz veya AB ülkesi dışında kalıyorsunuz diye bu haktan mahrum edilmezsiniz, kaldı ki AB hukukuna göre Kıbrıs’ın kuzeyi yani KKTC toprakları da AB topraklarına dahil bir coğrafyadır. Öte yandan Kıbrıs Rum liderliği bir yasa değişikliğine giderek kendi ülkesi dışında ya da kontrolü dışında yaşayan insanları bu vatandaşlıktan mahrum bırakamaz çünkü onun Kıbrıs dışında yaşayan Kıbrıslı Rumlarla ilgili komplikasyonlar başta olmak üzere kendisinin de içinden çıkamayacağı birtakım komplikasyonları olur. Öte yandan bu kadar yıldan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı olan binlerce Kıbrıslı Türkün topluca vatandaşlıktan çıkarılması, vatandaşlığını kaybetmesi bu yüzyılda imkan dahilinde değildir. Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıslı Türklerin halihazırda aldıkları vatandaşlık haklarına müdahale etmesi de mümkün değildir. Bundan sonrasında vatandaşlık alacak olanlara dair düzenleme yapılacaksa da AİHS kapsamında herhangi bir şekilde ayrımcılık içermemesi zorunluluğu vardır ki bunu sadece Kıbrıslı Türklere dönük olarak yapmaları da imkansızdır. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ÇİFTE VATANDAŞLIK kavramı yerine göre ikiden de fazla vatandaşlığı bireylerin aynı anda muhafaza edebilmelerine imkan vermektedir. Kıbrıs sorununun üstelik de bir uzlaşı sonucunda iki devletli temelde çözülmesiyle bireylerin (mesela Kıbrıslı Türklerin) çifte vatandaşlığa sahip olacakları bir şekilde sonuçlanmasının ne bir sakıncası ne de hukuki olarak engeli vardır. Günümüzde bazı devletlerin (Almanya) duruma göre devlete bilgi vermeden, onayını almadan başka bir vatandaşlık alınması halinde kendi vatandaşlarını vatandaşlıktan çıkardığı istisnai örnekler vardır ancak bir aşamada Kıbrıs Rum liderliği bu yola başvursa bile bunun halihazırda kazanılmış bir hak konumunda olan Kıbrıs Cumhuriyeti ve AB vatandaşlığı üzerinde herhangi bir etkisi olamaz. Kıbrıs adasının yönetiminin İngilizlere devredildiği 19. Yüzyılda Kıbrıslı Türklerin Osmanlı vatandaşlığı ile İngiliz vatandaşlığı arasında seçmek zorunda bırakılmaları gibi bir düzenlemeye dönülebileceğini (Hakk-ı hıyar) iddia etmek hele de bu yüzyılda abesle iştigaldir. Kaldı ki iki devletli çözüm taraflar arasında müzakere sonucunda uzlaşarak ortaya çıkacaksa Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığından çıkarılmasını istemeleri de, Kıbrıs Türk liderliğinin bunu kabul etmesi de hiçbir şekilde anlamlı değildir. Yok eğer birileri iki devletli çözümden tarafların uzlaşmadığı ve mevcut statükonun zorla diğer tarafa kabul ettirilmeye çalışıldığı, kavganın devam ettiği mevcut durumu kastediyor ve bu mevcut durumda Kıbrıslı Türkler AB vatandaşlıklarını kaybedecekler diyorsa yukarıdaki tüm argümanlar bu durum için de geçerlidir ve bu iddianın herhangi bir tutar tarafı yoktur. Şöyle ifade edeyim: Mevcut fiili durum ve düşmanca ortam nasıl ki 1974 öncesi tapu kayıtlarına göre mal sahibi olan Kıbrıslı Rumları taşınmaz mallarına dair hak sahibi olmaktan çıkarmadı ve biz de çıkaramayız (TMK ve Anayasa Mahkememizin kararlarıyla bu teyit edilmiştir, Rum mal sahiplerinin haklarını inkar edemeyeceğimiz nettir) aynı şekilde Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlığını da elinden almadı ve alamaz. Özetle “iki devletli çözüm olursa Kıbrıslı Türkler AB vatandaşlıklarını kaybedecekler” söylemi, belirli bir çözüm şeklini (iki devletli çözüm) “öcü göstermek” için ortaya atılmış içi boş bir söylem olmaktan öteye geçmez. İki devletli çözümü gerçekçi bulmayabilir, desteklemeyebilirsiniz ancak bu söylem rasyonel bir temele dayanmamaktadır.
7) Bu akşam yapılacak olan görüşmede mülkiyet ve benzeri nedenlerle Kıbrıs Rum tarafının başlattığı ve bizi baskı altına almayı hedefleyen TUTUKLAMALARIN da gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Ortak bir zemin olmasa da aranızda diyalog süreci olmalı bir yerden başlamalısınız diyenlere bu türden tutuklamalar artarak devam ederken taraflar arasında sağlıklı bir diyaloğun olamayacağı hatırlatılmalıdır. Kıbrıs Türk tarafının özellikle Genel Sekreter’in mevcudiyetinde bunu anlatabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üzerinde durmamız ve açıklığa kavuşturmamız gereken daha pek çok başka konu başlığı ve iddia var. Ama onları da yemekten sonra artık… Katılırsınız yahut katılmazsınız önemli değil, sonuna kadar sabredip okuduysanız ne mutlu bana."
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.