Atakom
Serena
girne belediyse
MERIT
Dilek Orhan
Köşe Yazarı
Dilek Orhan
 

DEVLETE KÜSÜLMEZ

1990 yılında çalışma hayatına başladım. 1990’lı yıllar Türkiye Siyasi Tarihi’nin -zorunluluklardan ötürü gelenek haline gelen - koalisyon hükümetlerinin ard arda kurulduğu yıllardı. Tıpkı burada olduğu gibi hükümetler ile birlikte kadrolar da değişirdi. Dışişleri Bakanlığı TİKA’da 1992-1994 yilları arasında çalıştım. O dönem merhum Süleyman Demirel başbakanlığında, DYP-SHP Hükümeti vardı. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında Tansu Çiller ve rahmetli Erdal İnönü’nün dönüşümlü başbakanlıkları ile yine DYP-SHP Koalisyon Hükümeti görevdeydi. Ben 1994 yılında, Başbakanlık Dış Tanıtım Danışmanı olarak göreve başlamıştım. Hemen ardından DYP Azınlık Hükümeti, onun ardından da DYP- CHP Koalisyon Hükümeti göreve geldi. Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’dı. İçerideki kaosa rağmen ülke tanıtımı adına çok önemli adımların atıldığı bir dönem yaşıyor ve çok çalışıyorduk. Sonrasında merhum Necmettin Erbakan başbakanlığında REFAHYOL Hükümeti kuruldu.O dönem çok kızmıştım ama şimdi teşekkür ve rahmetle anıyorum. Görevden alınanlarda ikinci sıradaydım. Birinci sırada rahmetli Necmettin Cevheri’nin danışmanı vardı ve teknisyen yapılmıştı. Bendeniz de 8’nci derece daktilograftım artık. Hemen istifa etme kararı ile babamı aradım. Cumhuriyet eski baş savcısı, 3 dönem SHP ve CHP’den milletvekilliği yapan babam meşhur sözünü söyledi. “DEVLETE KÜSÜLMEZ” Artık bankamatik memuruydum. Uzun bir giriş ama artık esas konumuza geçme zamanı.. Aynı dönemde eşim pek çok işine ek olarak, SEK SÜT Ankara Bayiliği’ni almıştı. “Hiç ilgilenemiyorum. Başına geçer misin?” dedi. Ertesi gün İstanbul yolu üzerinde hangardan bozma bir depoda idik. Bir müdür, bir çalışan içeride oturuyorlardı. İki masa bol sandalye, derme çatma bir dolapta dosyalar, küçücük bir mutfak ve muhafazası Allah’a şükür son derece uygun olan depo vardı. Müdür bey ile iki saat toplantı yaptık. Dağıtım şoförlerine plasiyer deniliyordu ve 8 plasiyerimiz vardı. Akşam 17’e doğru gelecekler ve tahsilatlarını teslim edeceklerdi. Öğreneceğimi, öğrenmiştim, o gün akşama kadar dip köşe temizlik yaptık. Fazlalıkları attık. Müdür bey alı al, moru mor bir şekilde “ ben ömrümde bu kadar yorulmadım” diyordu. Nihayet plasiyerlerimiz geldiler. O da ne! Her birinin elindeki şeffaf naylon poşetler içindeki bozuk paraları benim tek tek saymam gerekiyordu. “Mümkün değil, iki adım ötede çalıştığımız banka var. Yatırın bankaya, bana dekont getirin lütfen.” dedim. Söylene, söylene gittiler. Dekontlar geldi. İşten çıkıp, arabamın yanına gittiğimde iki silecek birden ayakta, saygı duruşundaydılar. Ertesi gün mutfak, kırtasiye malzemeleri, dolaplar beraberimizde marangozumuzla birlikte işe gittim. Çok hızlı bir şekilde dolaplarımız hazırdı. Müdür beyin “eyvah” bakışlarından sonra yine temizlik yapıldı ve düzen alındı. Saat 17.00 ye geliyor, hiç kimse ortada yok. Bankayı aradım rica ettim, bir kişi bizimkileri bekleyecek. Birazdan geldiler. “Banka kapandı, say abla”.” Yok haydi gidin, sağolsunlar bizi bekliyorlar.” dedim. Yine çok söylendiler, hiç duymadım. Dekontlar geldi. Aşağıya indim. Arabanın bir lastiğinin havası tamamen inmiş, silecekler yine saygı duruşunda. Yardım istedim. Gülümseyerek yola koyuldum. Üçüncü gün bilgisayarlarımız, yeni masalarımız geldi. Ben isim isim verileri yazarken, müdür bey dosyalama işlerini tamamladı. Akşam dekontlarla geldiler. Çok rica ettim, “siz bizim yüzümüzsünüz, saçınızı, sakalınızı kesin.” “Sabahın köründe kalkıyoruz. İmkansız.” diyerek, gittiler. Bu kez arabamın dört lastiğinin de havası inmişti. Zaman aldı ama yine halloldu. Ben yine gülümsüyordum. Dördüncü gün sakalları ve dekontları ile geldiler. Bilgisayarın başındaydım. “Bir şey söyleyeceğim” dediğimde, “yine ne çıkaracaksın başımıza” bakışları hedefe, yani bana kilitlenmişti. “Satışlarınıza baktım. Bundan sonra prim uygulamasına geçiyorum. Bugünden sonra “şu kadar satış, şu kadar prim” diye konuşmamı sürdürdüm. Bakışlar yumuşamıştı. Ayrıca, her ay, ayın personeli seçilecek ve kendisine yarım altın armağan edilecekti. Beşinci gün hala yüzümde güller açtıracak kadar güzeldi. Traşlar olunmuş, yüzler gülüyor, dekontlar teslim edildi. Birlikte geçtik bilgisayarın başına günlük satışları işledim. Espiriler havada uçuşuyordu. Sonrası hep çok güzeldi. Birbirimizi tanıyor, çok keyifli sohbetler ediyorduk. Çayla pek arası olmayan ben, hayatımın en çok çayını o zaman içtim sanıyorum. Çünkü, dekontlar geldikten sonra mutlaka çay demleniyor, hiç kimse gitmek için acele etmiyordu. Bir gün yine hafıza hazinemde özenle sakladığım bir sohbetimiz oldu. Birinci şahıs, - Abla, ben Aleviyim. Sen Sünni misin? - İnsanım, senin gibi. İkinci şahıs, - Abla ben Kürt’üm. - Ne güzel hepimiz insanız. Sohbetler de çaylar gibi demlenirken, altı ayı geride bırakmıştık. O dönem Ankara’nın em büyük alış veriş merkezi olan Beğendik’te temsilcilerimiz tanıtım yapıyor, tüm dağıtım noktalarından aldığımız anket sonuçlarına göre sürekli değişiyor ve yenileniyorduk. Satışlarımız ve tahsilatlarımız her geçen gün artıyor, markamızı Ankara tanıyordu. Biz hepimiz emekçiydik ve aynı gemideydik. Birlikte zaman geçirmekten, başarının keyfini birlikte yaşamaktan büyük keyif alıyorduk. Hayat hikayelerimizi konuştuğumuz zamanlarda terapi saatleri gibiydi. Çok mutluyduk çok. Görevden alınmam, babamın “devlete küsülmez” deyişi, eşimin başaracağıma dair güveni sayesinde bambaşka deneyim yaşıyordum, hepsine ama en çok da sesime ses veren emekçilerimize teşekkürlerimle. Hayat paylaşılınca güzeldi, anlaşmak için insan olmak yeterdi, emek en büyük saygıyı hak ederdi. Sonra haber geldi. Göreve geri çağrılıyordum. Çok istediler, istifa edip, kalmamı. Ayrılmak zordu ama devlete küsülmezdi, gitmek zamanı gelmişti. Ayrılacağım gün, hepsi aşağıdaydı, biri elinde arkamdan dökmek için bir bardak su tutuyordu, sarıldık, ne güzel hepimiz insandık. Dikiz aynasından gördüğüm göz yaşlarının aynısı yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu. HAYATA VE İNSANA EMEK VEREN TÜM İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN BAYRAMI KUTLU OLSUN.
Ekleme Tarihi: 01 Mayıs 2020 - Cuma

DEVLETE KÜSÜLMEZ

1990 yılında çalışma hayatına başladım. 1990’lı yıllar Türkiye Siyasi Tarihi’nin -zorunluluklardan ötürü gelenek haline gelen - koalisyon hükümetlerinin ard arda kurulduğu yıllardı. Tıpkı burada olduğu gibi hükümetler ile birlikte kadrolar da değişirdi. Dışişleri Bakanlığı TİKA’da 1992-1994 yilları arasında çalıştım. O dönem merhum Süleyman Demirel başbakanlığında, DYP-SHP Hükümeti vardı. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında Tansu Çiller ve rahmetli Erdal İnönü’nün dönüşümlü başbakanlıkları ile yine DYP-SHP Koalisyon Hükümeti görevdeydi. Ben 1994 yılında, Başbakanlık Dış Tanıtım Danışmanı olarak göreve başlamıştım. Hemen ardından DYP Azınlık Hükümeti, onun ardından da DYP- CHP Koalisyon Hükümeti göreve geldi. Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’dı. İçerideki kaosa rağmen ülke tanıtımı adına çok önemli adımların atıldığı bir dönem yaşıyor ve çok çalışıyorduk. Sonrasında merhum Necmettin Erbakan başbakanlığında REFAHYOL Hükümeti kuruldu.O dönem çok kızmıştım ama şimdi teşekkür ve rahmetle anıyorum. Görevden alınanlarda ikinci sıradaydım. Birinci sırada rahmetli Necmettin Cevheri’nin danışmanı vardı ve teknisyen yapılmıştı. Bendeniz de 8’nci derece daktilograftım artık. Hemen istifa etme kararı ile babamı aradım. Cumhuriyet eski baş savcısı, 3 dönem SHP ve CHP’den milletvekilliği yapan babam meşhur sözünü söyledi. “DEVLETE KÜSÜLMEZ” Artık bankamatik memuruydum. Uzun bir giriş ama artık esas konumuza geçme zamanı.. Aynı dönemde eşim pek çok işine ek olarak, SEK SÜT Ankara Bayiliği’ni almıştı. “Hiç ilgilenemiyorum. Başına geçer misin?” dedi. Ertesi gün İstanbul yolu üzerinde hangardan bozma bir depoda idik. Bir müdür, bir çalışan içeride oturuyorlardı. İki masa bol sandalye, derme çatma bir dolapta dosyalar, küçücük bir mutfak ve muhafazası Allah’a şükür son derece uygun olan depo vardı. Müdür bey ile iki saat toplantı yaptık. Dağıtım şoförlerine plasiyer deniliyordu ve 8 plasiyerimiz vardı. Akşam 17’e doğru gelecekler ve tahsilatlarını teslim edeceklerdi. Öğreneceğimi, öğrenmiştim, o gün akşama kadar dip köşe temizlik yaptık. Fazlalıkları attık. Müdür bey alı al, moru mor bir şekilde “ ben ömrümde bu kadar yorulmadım” diyordu. Nihayet plasiyerlerimiz geldiler. O da ne! Her birinin elindeki şeffaf naylon poşetler içindeki bozuk paraları benim tek tek saymam gerekiyordu. “Mümkün değil, iki adım ötede çalıştığımız banka var. Yatırın bankaya, bana dekont getirin lütfen.” dedim. Söylene, söylene gittiler. Dekontlar geldi. İşten çıkıp, arabamın yanına gittiğimde iki silecek birden ayakta, saygı duruşundaydılar. Ertesi gün mutfak, kırtasiye malzemeleri, dolaplar beraberimizde marangozumuzla birlikte işe gittim. Çok hızlı bir şekilde dolaplarımız hazırdı. Müdür beyin “eyvah” bakışlarından sonra yine temizlik yapıldı ve düzen alındı. Saat 17.00 ye geliyor, hiç kimse ortada yok. Bankayı aradım rica ettim, bir kişi bizimkileri bekleyecek. Birazdan geldiler. “Banka kapandı, say abla”.” Yok haydi gidin, sağolsunlar bizi bekliyorlar.” dedim. Yine çok söylendiler, hiç duymadım. Dekontlar geldi. Aşağıya indim. Arabanın bir lastiğinin havası tamamen inmiş, silecekler yine saygı duruşunda. Yardım istedim. Gülümseyerek yola koyuldum. Üçüncü gün bilgisayarlarımız, yeni masalarımız geldi. Ben isim isim verileri yazarken, müdür bey dosyalama işlerini tamamladı. Akşam dekontlarla geldiler. Çok rica ettim, “siz bizim yüzümüzsünüz, saçınızı, sakalınızı kesin.” “Sabahın köründe kalkıyoruz. İmkansız.” diyerek, gittiler. Bu kez arabamın dört lastiğinin de havası inmişti. Zaman aldı ama yine halloldu. Ben yine gülümsüyordum. Dördüncü gün sakalları ve dekontları ile geldiler. Bilgisayarın başındaydım. “Bir şey söyleyeceğim” dediğimde, “yine ne çıkaracaksın başımıza” bakışları hedefe, yani bana kilitlenmişti. “Satışlarınıza baktım. Bundan sonra prim uygulamasına geçiyorum. Bugünden sonra “şu kadar satış, şu kadar prim” diye konuşmamı sürdürdüm. Bakışlar yumuşamıştı. Ayrıca, her ay, ayın personeli seçilecek ve kendisine yarım altın armağan edilecekti. Beşinci gün hala yüzümde güller açtıracak kadar güzeldi. Traşlar olunmuş, yüzler gülüyor, dekontlar teslim edildi. Birlikte geçtik bilgisayarın başına günlük satışları işledim. Espiriler havada uçuşuyordu. Sonrası hep çok güzeldi. Birbirimizi tanıyor, çok keyifli sohbetler ediyorduk. Çayla pek arası olmayan ben, hayatımın en çok çayını o zaman içtim sanıyorum. Çünkü, dekontlar geldikten sonra mutlaka çay demleniyor, hiç kimse gitmek için acele etmiyordu. Bir gün yine hafıza hazinemde özenle sakladığım bir sohbetimiz oldu. Birinci şahıs, - Abla, ben Aleviyim. Sen Sünni misin? - İnsanım, senin gibi. İkinci şahıs, - Abla ben Kürt’üm. - Ne güzel hepimiz insanız. Sohbetler de çaylar gibi demlenirken, altı ayı geride bırakmıştık. O dönem Ankara’nın em büyük alış veriş merkezi olan Beğendik’te temsilcilerimiz tanıtım yapıyor, tüm dağıtım noktalarından aldığımız anket sonuçlarına göre sürekli değişiyor ve yenileniyorduk. Satışlarımız ve tahsilatlarımız her geçen gün artıyor, markamızı Ankara tanıyordu. Biz hepimiz emekçiydik ve aynı gemideydik. Birlikte zaman geçirmekten, başarının keyfini birlikte yaşamaktan büyük keyif alıyorduk. Hayat hikayelerimizi konuştuğumuz zamanlarda terapi saatleri gibiydi. Çok mutluyduk çok. Görevden alınmam, babamın “devlete küsülmez” deyişi, eşimin başaracağıma dair güveni sayesinde bambaşka deneyim yaşıyordum, hepsine ama en çok da sesime ses veren emekçilerimize teşekkürlerimle. Hayat paylaşılınca güzeldi, anlaşmak için insan olmak yeterdi, emek en büyük saygıyı hak ederdi. Sonra haber geldi. Göreve geri çağrılıyordum. Çok istediler, istifa edip, kalmamı. Ayrılmak zordu ama devlete küsülmezdi, gitmek zamanı gelmişti. Ayrılacağım gün, hepsi aşağıdaydı, biri elinde arkamdan dökmek için bir bardak su tutuyordu, sarıldık, ne güzel hepimiz insandık. Dikiz aynasından gördüğüm göz yaşlarının aynısı yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu. HAYATA VE İNSANA EMEK VEREN TÜM İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN BAYRAMI KUTLU OLSUN.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zirvekibris.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.