Atakom
Serena
girne belediyse
MERIT
Dilek Orhan
Köşe Yazarı
Dilek Orhan
 

GÜÇ ZEHİRLENMESİ

Ben insanlık için kullanabileceğim gücü çok severim. Pek çok şahidim vardır ki; böyle zamanları hep insanlara şifa olacak şekilde kullandım, "desinler" diye değil, içimden gelerek yaptım. Başbakan ile de odacısı ile de aynı nezaketle konuştum. Vefa ile karşılık beklemeyi hiç karıştırmadım. Çünkü "insan" benim için çok kıymetli. Benim gibi olan o kadar çok insan var ki varlıklarına hep şükrettiğim. Ancak, moda adıyla güç zehirlenmesi yaşayanlar da var, bolca gördük, görüyoruz da.. Küçük bir araştırma yaptım. Brain Dergisi’nde 2009’da yayımlanan bir makale kaynağımdır. Psikolojik bir hastalık olan Hubris Sendromu, David Owen ve Jonathan Davidson isimli psikiyatristlerin ”güç zehirlenmesi” olarak tanımladığı bir durumdur. Hubris Sendromu’nun bir kibir hastalığı olduğu, bu kibrin ”tanrısal ego” boyutuna ulaştığı belirtiliyor. Tanrısal Ego ile ”her şeyin belirleyicisi, karar vericisi, en doğru kararın o kişinin kendisinden çıkabilecek olduğu sanrısında olanların, bir ölümlü olmak karşısında çelişkisi” vurgulanıyor . Owen ve Davidson, geçmişin, şimdinin ve geleceğin potansiyel güç isimlerinin ve adaylarının psikolojik durumunu irdeleyerek tıp ve psikiyatri literatürüne önemli bir katkı sağlamıştır. Davidson ve David Owen bu konuyu ilk kez dile getiren tıp insanları olarak bu hastalığın belirtilerini şöyle tanımlamışlardır. 1. Bireyin kendi yargısına aşırı güvenmesi ve başkalarının tavsiyesi veya eleştirisini aşağılaması 2. Gerçeklik ile temasın kaybı 3. Kişisel olarak başarabilecekleri konusunda abartılı bir özgüven 4. Her şeye kadir olma sanrısı 5. Huzursuzluk, pervasızlık, düşünmeden hareket etme hali 6. Her durumda haklı çıkacaklarına dair sarsılmaz bir inanç 7. Kendisine ”öteki” gelen grupları aşağılama ve hor görme 8. Kendi bakış açısını ve çıkarlarını, tüm ulusa atfetme ve özdeşleştirme 9. Söylemleriyle endişe yaratan davranışlar içine girme 10. Uygulanan politikaların bireysel menfaatlerle şekillenmeye başlaması. Kibir sendromuna yakalanmanın en önemli unsurlarından birinin de güç kaynağının etrafını çevreleyen güruh olduğu, güç kaynağı değiştikçe o güruhun yeni kaynağa doğru hareket ettikleri söylenir. Hepinizin kendi gözlemleri vardır elbette, ben şimdi kendi gözlemlerimden bazılarını yazayım. - Yıl 1990 Sümerholding Genel Müdürlük Uzmanıyım. İsmi lazım değil bir müdür, son derece entellektüel ve paylaşımcı genel müdürün odasında koltuğun ucunda oturuyor. Ceketi ilikli ağzından “emredersiniz” den başka laf çıkmıyor. Sonra, genel müdür görevden alınıyor, veda partisi. Aynı müdür, ceketinin düğmeleri açık, eli cebinde, yüzünde gevşek bir gülümseme “naber” diyor ve ismi ile hitap ediyor. - Babam TBMM Meclis Başkanı iken kürsüde spazm geçiriyor. Acile kaldırıyorlar. Hangi hastane olduğu bildirilmiyor. Meclisten gelen telefon ile haberimiz oluyor, benim yoldaş ile gözyaşları içinde hastane hastane geziyoruz. Hiç bir hastanede yok. Son hastaneden annemi arıyorum “gözümüz aydın, baban sağlıkla eve geldi” diyor. Uça uça eve gidiyorum. Ev ana baba günü, koşarak babama sarılıyorum, sevinç göz yaşları içinde. O sırada bir ses duyuyorum “ aşkolsun koskoca sağlık bakanı burada, yüzüme bile bakmadın.” O şimdi hayatta değil, ruhu şad olsun. - 5 hükümette aktif çalışan danışman olarak görev yaptım. Hükümet görevde iken susmayan telefonlar, hükümet düştüğü gün bıçakla kesilmişçesine kesilir. Bir kere çalmazdı. Sonra genellikle yerinde kalan biz mutfak ekibi yeni dönemin susmayan telefonlarını dinlerdik. - Ankara’da doğduğundan beri yokluklar içinde yaşayan, ailesinden hiç sevgi görmeyen uzaktan tanıdığım biri; çok zengin bir işadamı ile evlendi. İki yıl sonra ne giyse, aynısını minnacık köpeğine de diktiriyor, onunla sokağa çıkıyordu, beraberinde onu sömürmek için fırsat kollayan kalabalıklar eşliğinde. - Annem ve babamın babaları tüccardı ama kardeşim ve ben memur çocuğuyduk. Her ne kadar babam hep üst düzey görev yapsa da sonuçta biz memur ailesiydik. Çok şanslı çocuklardır. Özgüvenin temelinin bilgi ve sevgi olduğu gerçeği ile büyütüldük. - Sonra gözünü varlıkla açmış yoldaş ile evlendim. Mütevazı bir yaşam ortamları vardı. Musluklardan akan su misali paraları, zirveden dip yapışları ve küllerinden yeniden doğuşları yaşadım. Ben hep aynıydım. Hala bazı şeyleri anlamakta zorlandığımda yoldaş “normaldir, sen memur çocuğusun” der, şakayla karışık. - Merhum Erbakan göreve geldiğinde, onun öyle bir talebi olmamasına rağmen odasındaki Atatürk fotoğraflarını kaldırıp, altın alyanslarını gümüş alyans ile değiştiren öyle çok insan gördüm ki.. En acısı da hayatında namaz kılmadıklarını iyi bildiklerimin, mesai saatlerinde makam odalarında namaz kılmalarıydı. - Yine ismi bende saklı bir bakan, etrafına doluşan kalabalıkları o kadar sahici sandı ki tüm eski dostlarını unuttu. Görevden alındı. Etrafında bir kişi yoktu. Kendi cümlesidir “Bir daha göreve gelirsem, aynı hatayı tekrar yapmam” dı. Hayat bu ya o göreve tekrar geldi. Aynı filmi izledik. Yine görevden alındı, bu sefer ki söz “bu koltukta bir sihir var, insan etkileniyor.” Hep olumsuz örnek olmasın merhum Erdal İnönü’yü hatırlatayım. Kendisini omuzlarına almasınlar diye sokakta yere yatmıştı. Merhum Ecevit’in uzun süre Kartal marka arabayı makam aracı olarak kullanması ve özel kalem müdürünün her odaya girişinde onu ayağa kalkarak karşıladığını da hatırlatayım. Çok özel ve çok yukarılarda bir tanıdığım var hiç değişmedi, yıllar önce ikinci el aldığı bir çift koltuk hala evinde durur. “ Başladığın günü unutma” diye. Böyle çok örnek var ama yazmak için yerim sınırlı. - Bizimkilere yani babam ve anneme gelince; çekirdek dostları hiç değişmedi. Babam görev sonrası her meclise gittiğinde kapıdaki polislerden, çalışanlara kadar ayakta saygı ile karşılandı. Aynı dönemlerde, bu gücü ebedi sananlar, gücü kaybettikleri dönem psikolojik yardım almak zorunda kaldılar. Niyetimi sakın yanlış okumayın, hedefimde isim aramayın. Sadece ve sadece ölüm ve çaresizliğin herkesi eşitlediği bir dönemde hala bazı şeyler gözüme battığı için içimden geldi yazdım. Tolstoy’a ait olduğu iddia edilen bir söz ile bitireyim. Bu sözün yazının başlığını açıklayan bir işlevi var: “Kibir ve inat bir kişinin kendini mükemmel görmesini sonra da sonunu oluşturur.”
Ekleme Tarihi: 12 Mayıs 2020 - Salı

GÜÇ ZEHİRLENMESİ

Ben insanlık için kullanabileceğim gücü çok severim. Pek çok şahidim vardır ki; böyle zamanları hep insanlara şifa olacak şekilde kullandım, "desinler" diye değil, içimden gelerek yaptım. Başbakan ile de odacısı ile de aynı nezaketle konuştum. Vefa ile karşılık beklemeyi hiç karıştırmadım. Çünkü "insan" benim için çok kıymetli. Benim gibi olan o kadar çok insan var ki varlıklarına hep şükrettiğim. Ancak, moda adıyla güç zehirlenmesi yaşayanlar da var, bolca gördük, görüyoruz da.. Küçük bir araştırma yaptım. Brain Dergisi’nde 2009’da yayımlanan bir makale kaynağımdır. Psikolojik bir hastalık olan Hubris Sendromu, David Owen ve Jonathan Davidson isimli psikiyatristlerin ”güç zehirlenmesi” olarak tanımladığı bir durumdur. Hubris Sendromu’nun bir kibir hastalığı olduğu, bu kibrin ”tanrısal ego” boyutuna ulaştığı belirtiliyor. Tanrısal Ego ile ”her şeyin belirleyicisi, karar vericisi, en doğru kararın o kişinin kendisinden çıkabilecek olduğu sanrısında olanların, bir ölümlü olmak karşısında çelişkisi” vurgulanıyor . Owen ve Davidson, geçmişin, şimdinin ve geleceğin potansiyel güç isimlerinin ve adaylarının psikolojik durumunu irdeleyerek tıp ve psikiyatri literatürüne önemli bir katkı sağlamıştır. Davidson ve David Owen bu konuyu ilk kez dile getiren tıp insanları olarak bu hastalığın belirtilerini şöyle tanımlamışlardır. 1. Bireyin kendi yargısına aşırı güvenmesi ve başkalarının tavsiyesi veya eleştirisini aşağılaması 2. Gerçeklik ile temasın kaybı 3. Kişisel olarak başarabilecekleri konusunda abartılı bir özgüven 4. Her şeye kadir olma sanrısı 5. Huzursuzluk, pervasızlık, düşünmeden hareket etme hali 6. Her durumda haklı çıkacaklarına dair sarsılmaz bir inanç 7. Kendisine ”öteki” gelen grupları aşağılama ve hor görme 8. Kendi bakış açısını ve çıkarlarını, tüm ulusa atfetme ve özdeşleştirme 9. Söylemleriyle endişe yaratan davranışlar içine girme 10. Uygulanan politikaların bireysel menfaatlerle şekillenmeye başlaması. Kibir sendromuna yakalanmanın en önemli unsurlarından birinin de güç kaynağının etrafını çevreleyen güruh olduğu, güç kaynağı değiştikçe o güruhun yeni kaynağa doğru hareket ettikleri söylenir. Hepinizin kendi gözlemleri vardır elbette, ben şimdi kendi gözlemlerimden bazılarını yazayım. - Yıl 1990 Sümerholding Genel Müdürlük Uzmanıyım. İsmi lazım değil bir müdür, son derece entellektüel ve paylaşımcı genel müdürün odasında koltuğun ucunda oturuyor. Ceketi ilikli ağzından “emredersiniz” den başka laf çıkmıyor. Sonra, genel müdür görevden alınıyor, veda partisi. Aynı müdür, ceketinin düğmeleri açık, eli cebinde, yüzünde gevşek bir gülümseme “naber” diyor ve ismi ile hitap ediyor. - Babam TBMM Meclis Başkanı iken kürsüde spazm geçiriyor. Acile kaldırıyorlar. Hangi hastane olduğu bildirilmiyor. Meclisten gelen telefon ile haberimiz oluyor, benim yoldaş ile gözyaşları içinde hastane hastane geziyoruz. Hiç bir hastanede yok. Son hastaneden annemi arıyorum “gözümüz aydın, baban sağlıkla eve geldi” diyor. Uça uça eve gidiyorum. Ev ana baba günü, koşarak babama sarılıyorum, sevinç göz yaşları içinde. O sırada bir ses duyuyorum “ aşkolsun koskoca sağlık bakanı burada, yüzüme bile bakmadın.” O şimdi hayatta değil, ruhu şad olsun. - 5 hükümette aktif çalışan danışman olarak görev yaptım. Hükümet görevde iken susmayan telefonlar, hükümet düştüğü gün bıçakla kesilmişçesine kesilir. Bir kere çalmazdı. Sonra genellikle yerinde kalan biz mutfak ekibi yeni dönemin susmayan telefonlarını dinlerdik. - Ankara’da doğduğundan beri yokluklar içinde yaşayan, ailesinden hiç sevgi görmeyen uzaktan tanıdığım biri; çok zengin bir işadamı ile evlendi. İki yıl sonra ne giyse, aynısını minnacık köpeğine de diktiriyor, onunla sokağa çıkıyordu, beraberinde onu sömürmek için fırsat kollayan kalabalıklar eşliğinde. - Annem ve babamın babaları tüccardı ama kardeşim ve ben memur çocuğuyduk. Her ne kadar babam hep üst düzey görev yapsa da sonuçta biz memur ailesiydik. Çok şanslı çocuklardır. Özgüvenin temelinin bilgi ve sevgi olduğu gerçeği ile büyütüldük. - Sonra gözünü varlıkla açmış yoldaş ile evlendim. Mütevazı bir yaşam ortamları vardı. Musluklardan akan su misali paraları, zirveden dip yapışları ve küllerinden yeniden doğuşları yaşadım. Ben hep aynıydım. Hala bazı şeyleri anlamakta zorlandığımda yoldaş “normaldir, sen memur çocuğusun” der, şakayla karışık. - Merhum Erbakan göreve geldiğinde, onun öyle bir talebi olmamasına rağmen odasındaki Atatürk fotoğraflarını kaldırıp, altın alyanslarını gümüş alyans ile değiştiren öyle çok insan gördüm ki.. En acısı da hayatında namaz kılmadıklarını iyi bildiklerimin, mesai saatlerinde makam odalarında namaz kılmalarıydı. - Yine ismi bende saklı bir bakan, etrafına doluşan kalabalıkları o kadar sahici sandı ki tüm eski dostlarını unuttu. Görevden alındı. Etrafında bir kişi yoktu. Kendi cümlesidir “Bir daha göreve gelirsem, aynı hatayı tekrar yapmam” dı. Hayat bu ya o göreve tekrar geldi. Aynı filmi izledik. Yine görevden alındı, bu sefer ki söz “bu koltukta bir sihir var, insan etkileniyor.” Hep olumsuz örnek olmasın merhum Erdal İnönü’yü hatırlatayım. Kendisini omuzlarına almasınlar diye sokakta yere yatmıştı. Merhum Ecevit’in uzun süre Kartal marka arabayı makam aracı olarak kullanması ve özel kalem müdürünün her odaya girişinde onu ayağa kalkarak karşıladığını da hatırlatayım. Çok özel ve çok yukarılarda bir tanıdığım var hiç değişmedi, yıllar önce ikinci el aldığı bir çift koltuk hala evinde durur. “ Başladığın günü unutma” diye. Böyle çok örnek var ama yazmak için yerim sınırlı. - Bizimkilere yani babam ve anneme gelince; çekirdek dostları hiç değişmedi. Babam görev sonrası her meclise gittiğinde kapıdaki polislerden, çalışanlara kadar ayakta saygı ile karşılandı. Aynı dönemlerde, bu gücü ebedi sananlar, gücü kaybettikleri dönem psikolojik yardım almak zorunda kaldılar. Niyetimi sakın yanlış okumayın, hedefimde isim aramayın. Sadece ve sadece ölüm ve çaresizliğin herkesi eşitlediği bir dönemde hala bazı şeyler gözüme battığı için içimden geldi yazdım. Tolstoy’a ait olduğu iddia edilen bir söz ile bitireyim. Bu sözün yazının başlığını açıklayan bir işlevi var: “Kibir ve inat bir kişinin kendini mükemmel görmesini sonra da sonunu oluşturur.”
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve zirvekibris.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.